AK Parti’nin seçim zaferi nasıl yorumlanmalı? 22 Temmuz seçimlerinin kaderini belirleyecek iki ana faktör olduğunu söylemiştik. Birincisi güven ve istikrarın devamı yolundaki kararlılık, ikincisi Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşanan ve milli iradeyi zedeleyen olaylar…
O halde seçimin kaderini belirleyen olaylar aynı zamanda AK Parti’nin zaferini de belirleyen olaylardır.
AK Parti’nin aldığı oyların tamamını Cumhurbaşkanlığı sürecindeki olaylara bir tepki olarak görmek ise haksızlık olur.
AK Parti ile duygusal ilişkisi zayıf olan demokrat kitleden böyle bir duyarlılık sadır olmuş olabilir. Ancak bu tepkinin oya dönüşmesi daha çok AK Parti’nin kendi tabanından ortaya çıkmıştır.
Yani Askerin tepkisi, AK Partili bir cumhurbaşkanının seçilememesi, muhalefetin meclise girmemesi, sokak gösterileri özellikle AK Partili kitlenin safları daha fazla sıklaştırmasını sağlamış, farklı gerekçelerle memnuniyetsizlikleri olanlar bile her şeyi geriye atıp, partisinin etrafında kenetlenmiştir.
Bu kitlenin duyarlılığı AK Parti’nin yaptığı oy patlamasının asıl sebebi olamaz. Ancak dağılan yüzde 34’ün yeniden bir araya gelmesi olabilir.
O halde yüzde 46’ıyı belirleyen ana faktör istikrar arayışı ve AK Parti iktidarının gerçekleştirdiği dönüşümdür.
Tempo’nun geçen sayısında gizli AK Partililerin oy verme sebepleri yer almıştı. Belki de ilk kez AK Parti’ye oy veren insanların siyasal tercihlerini belirleyen sebepler daha çok ekonomik gerekçelere dayanıyordu.
Ekonomideki makro düzelme, mali disiplin, piyasaların istikrarlı seyri, yatırımcıların önünü görmesi, gelecek öngörüsüyle borçlanan, ev-araba taksidine giren vatandaşların krizden çekinmesi, KÖYDES projeleriyle köyünde ilk kez ciddi yatırım gören köylülerin beklentilerinin yükselmesi, toplu konuttan duble yollara, sağlıkla yaşanan büyük dönüşümden eğitimde açılan 110 bin dersliğe, sosyal projelerden sosyal yardımlara kadar son dönemde gerçekleşen hizmetler, Avrupa Birliği sürecinde yaşanan demokratikleşme adımları ve hukuk reformları…
Eğer AK Parti bu hizmetleri yapmasa ve belli bir başarı çıtasını yakalamasaydı, kimse Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananlara bakarak AK Parti’ye oy vermezdi.
Başarısız bir iktidarın önünün kesilmesi sadece belli bir oranda tepki oylarını çekebilirdi. Eğer ortada yüzde 46 oy varsa, bunun daha rasyonel sebepleri olmalıdır.
En fakirinde en zenginine, en muhtacından en varlıklısına, en mağdurundan en rahatına çok farklı kesimler AK Parti’ye oy vermiştir. Muhtacı, mağduru, mazlumu da AK Parti’ye oy vermiştir, sorunu, derdi olmayanı da…
Burada kritik soru şu olmalıdır: Seçimin ana mesajı istikrar ise, seçim sonrasında takınılması gereken tavır da istikrarı korumak olmamalı mıdır? İstikrarı bozacak, hükümetin 5 yılını yeni krizlerle sıkıntıya sokacak bir siyasal atmosfer, seçimde verilen oyların ruhuna ters olmaz mı?
Elbette olur. Başbakan Erdoğan’ın 22 Temmuz gecesi yaptığı konuşmada verdiği mesajlar halkın bu beklentisini karşılayacak bir duyarlılığı yansıtıyordu.
AK Parti’nin önümüzdeki dönemde sergileyeceği tutumun, eylem ve söylemlerin asgari şartı bu istikrar beklentisini gözetmek olmalıdır.
Bunun doğal sonucu ise sorumlu, duyarlı ve uzlaşmacı bir tavır içinde olmaktır.
Yani bağcıyla uğraşmak yerine üzüm yemeye çalışmak…
Yeni Şafak, 9 Ağustos 2007
|