Türkiye’de bazı medya mensuplarının eline, edep ve nezaket yoksunluğunda, İslâm ve değerleri konusunda bilgisizlikte ve ona karşı kayıtsızlıktan öte düşmanlıkta su dökebilecek kimse var mıdır bilmiyorum.
(...)
Aynı malum medyada bazılarının halkın “yağmur duası”yla ilgilenmeye başladığını görüyoruz. Duanın anlam ve niteliğinden habersiz bu medya mensupları, yağmur duasını bazen “Yağmur duaları kabul olmadı” şeklinde haber yapmakta; bazen de haberi verirken, “İşimiz Allah’a kaldı” başlığını kullanmaktadır. “İşimiz Allah’a kaldı” ifadesi, iyi niyetle kullanıldığında, bir neticeye ulaşmak için gerekli bütün sebepleri yerine getirdikten sonra -ki, bu sebepleri tayin buyuran ve onların yerine getirilmesini emreden de Allah’tır- artık neticeyi Allah’a havale etme manasında bir “tefviz” ifade eder. Ama bu medyanın bu gerçeklerden haberdar olması beklenemez. Onların dilinde “İşimiz Allah’a kaldı” demek, halkın duasıyla, din ile inanç ile alay manası taşır; sanki dünyaya kendileri gelmiş, dünyada hayat şartlarını kendileri hazırlamış, yağmuru kendileri veya başka güçler, mesela “tabiat” yağdırıyormuş gibi, kendi bedenleri üzerinde bile hakimiyetleri yokken hayatın ve dünyanın hakimi imişler gibi bir küstahlık anlamı taşır.
Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (sas) döneminde Mekke’de yaşanan bir kuraklıktan “ceza, azap” olarak söz eder ve, “Onları içinde kıvrandıkları bu (kıtlık ve kuraklık) cezasına çarptırdık; böyleyken bile Rabb’lerine boyun eğip, yalvarmaya durmadılar.” (Mü’minûn Sûresi/23: 76) buyurur. Kıtlık ve kuraklığın fizikî sebeplerinin olması, onların Allah’ın bir cezası olmasına mâni değildir; çünkü neticeler gibi sebepleri tayin buyurup yaratan da Allah’tır (cc). Dolayısıyla, kuraklık zamanı yağmur duasının vaktidir ve sebebidir. Nasıl günlük namaz vakitleri beş vakit namazın sebebidir; nasıl ay ve güneş tutulması husuf ve küsuf namazı denilen hususi bir namazın sebebidir -ki bu namaz, ne zaman tutulacakları ve açılacakları önceden belli olan ay ve güneşin açılması için kılınmaz; kuraklık da, yağmur duasının sebebidir. Bize düşen, o duayı yapmak, günahlarımızdan, hatalarımızdan istiğfar ile Allah’a yönelmektir. Bunu yapmamak, hatayı katlar. Cenab-ı Allah (cc), dilerse ve çarkı, elbette onları da ihmal etmemekle birlikte sadece tek tek fertlerin, tek tek toplum veya yerleşim bölgelerinin isteğiyle, sadece tek bir sebep ve neticeye bağlı olarak dönmeyen hikmetine uygun düşerse yağmur verir; dilemez ve hikmetine uygun düşmezse vermez. Ama O, halisane yapılan her duayı kabul eder. Dua, birkaç çeşittir: Biri, varlıkların hal ve kendilerine verilen kapasite, kabiliyet diliyle yaptıkları duadır. İkincisi, fiilî duadır. Mesela çiftçinin toprağı sürmesi, hastanın doktora gitmesi, fiilî birer duadır. Bu dualar, genellikle aynen kabul görür. Üçüncüsü, zorda kalanın yaptığı halis duadır ki, bu da çoğunlukla aynen kabul edilir. Dördüncüsü, mesela kuraklık gibi bazı durumlarda, Cenab-ı Allah’tan bağlı bulunduğumuz sebepler haricinde gerçekleşmesini dilediğimiz bazı neticeler için yaptığımız duadır ki, yağmur duası bunlardan biridir. Cenab-ı Allah, bu duaları da genellikle bir ibadet olarak kabul buyurur ve bazen istediğimizi aynen verir, bazen bizim için hayırlı olanıyla verir, bazen de dünyada vermez, ahirete bırakır. Ama yağmur dualarının ez az 100’de 90 nispetinde hep aynen kabul edildiğine şahit oluruz. Ve biz, her işimizde, her ânımızda daima Allah’a muhtacız.
Zaman, 6 Ağustos 2007
|