Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve AB uzmanı Doç. Dr. Hakan Yılmaz, Türkiye’nin AB sürecinde en önemli konuların insan hakları ve demokrasi olduğunu söyledi. İspanya’nın, “1970’lerde dibe vurmuş imajını, 20 yılda son derece pozitif bir noktaya taşıdığını” belirten Doç. Dr. Yılmaz, eskiden İspanya denildiğinde, “diktatörlük rejimi, muhafazakâr, maço erkekler, ateşli kadınların akla geldiğini”, ancak şimdilerde “özgürlük, tolerans, san’at ülkesi” olarak görüldüğünü anlattı.
Doç. Dr. Yılmaz, markanın önemine değinerek, “marka değeri yüksek ülkelerin hem imajının hem de millî gelirinin, marka değeri düşük olanlara göre hep daha yüksek olduğunu” söyledi. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’nin imajı ve marka değerinin “çok düşük olduğunu” ifade eden Doç. Dr. Yılmaz, bunun Türkiye’nin dünya ve AB ile ilişkilerinde “çok ciddî sorun meydana getirdiğini” öne sürdü.
Doç. Dr. Yılmaz, Türkiye’nin AB halklarına yönelik söylemlerinde, “Hristiyan kulübü olursunuz, üye olarak almanız stratejik açıdan önemli, yaşlanan Avrupa nüfusuna genç ve dinamik nüfus getireceğiz” gibi argümanlar kullandığını ifade ederek, bunların Avrupalılar tarafından, “Ben Müslümanım siz Hristiyansınız, Orta Doğu ülkesiyim, siz yaşlısınız, öleceksiniz” gibi anlaşıldığını söyledi.
Ayrıca, Türkiye’nin devlet eliyle tanıtım yapmasının “negatif etki yaptığı belirten Doç. Dr. Yılmaz, yurt dışında konser verme, tanıtım filmleri, gazete ilanları, afişler hazırlama gibi yöntemlerin, “Avrupa’da Türk imajını yükseltme açısından çok az etkili olduğunu” öne sürdü.
Doç. Dr. Yılmaz, Türkiye’nin Avrupa halklarına kendini kabul ettirmek için yeni stratejiler izlemesi gerektiğini belirterek, şöyle devam etti: ”Bizim bu klasik az parayla ve kötü bir biçimde yaptığımız tanıtım meselesinden çıkıp, daha çok sivil toplum örgütleri (STÖ) ve devletin işbirliğiyle yapılabilecek ama sivil toplumun ön planda olduğu bilfiil etkinliklere katılarak çok alanda angaje olmamız gerekiyor. STÖ işbirliğiyle ve STÖ aracılığıyla Avrupa ve dünyada mümkün olduğu kadar çok alanda etkili olmak, spordan san’ata, siyasetten çevre konularına kadar çok alanda global ve Avrupa çapındaki olaylara girmek, sözümüzü duyurmak ve oralarda pozitif anlamda etkili olmak lâzım. Ama bir iki alana sıkışıp kalmadan, her alanda, bilimde, konferanslarda, san’at faaliyetlerinde, sergilerde, konserlerde, festivallerde sürekli yer almalı.”
Türkiye’nin AB sürecinde en önemli konuların insan hakları ve demokrasi olduğunu da ifade eden Doç. Dr. Yılmaz, imajın düzeltilmesi için, “bu konularda sansasyon olabilecek ihlallerin sayısının minimize olması gerektiğini” söyledi.
BİZİ İSTEMEYENLERE FIRSAT VERİLMEMELİ
Türkiye’nin AB sürecinde 2008 yılında Türkiye’ye karşı “ciddî salvolar” beklediğini belirten Doç. Dr. Yılmaz, “Türkiye’yi yıldırmak ve bezdirmek için önümüze çeşitli tuzaklar kurulacaktır. ‘Sizi Akdeniz Birliğine alalım, imtiyazlı ortaklık verelim, şu fasılı açmayalım, Ermeni çevrelerinin iddialarını tanıyın’ gibi, Türkiye’yi bezdirici bir süreç izleyeceğiz. Bu ne kadar sürer bilmiyorum ama ben en şiddetlisinin birkaç ay sonra başlayacağını düşünüyorum. Biz bu salvolara direnebilirsek, papaza bozulup oruç bozmazsak, bu arada AB de anayasasını geçirir ve kurumsal yapısını kontrol ederse ben 2009’dan itibaren ilişkilerde çok ciddî bir açılım bekliyorum, üyeliğe giden sürecin reel olarak başlayacağını düşünüyorum. Yeter ki biz şu 1,5 yıllık sürede, salvoları atlatabilecek dirayette ve soğukkanlılıkta olalım” diye konuştu.
AB içinde Türkiye’nin birçok “dostu” olduğuna da dikkati çeken Doç. Dr. Yılmaz, içeride oluşacak psikolojik baskıların Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıcı bir kamuoyu yaratmasına izin vermemek gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Yılmaz, içerideki Avrupa karşıtlığına rağmen reformların yapılabilmesi durumunda iki yıl sonra “selâmete” varılabileceğini de kaydetti.
|