Belirleyiciliği itibariyle Türk Cumhuriyet tarihinin en kara, en keskin günüdür 12 Eylül 1980... 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi yasal sonuçları itibariyle hem devletin işleyişinin her yönüyle militerleşmesini, hem askerî otoritenin etkileri, hem askerî özerkliğin adeta mutlaklaşmasını ifade eden bir aşamayı oluşturur.
Nereden çıktı 12 Eylül şimdi diyeceksiniz? Sivil anayasa tartışmalarından çıktı…
Asker baskısıyla darbeler sonrası hazırlatılan otoriter metinlerden farklı, askeri gölge altında atanmış bir kurucu meclis yerine özgür ve seçilmiş TBMM tarafından hazırlanacak, çağın, demokrasinin ve özgürlüklerin gereklerine göre şekillenecek bir anayasaya bu ülkenin duyduğu ihtiyacı anlamak için, 12 Eylül Anayasası’na bakmak yeterlidir.
Elbet son 25 yılda 1982 Anayasası’nda bir çok değişiklik gerçekleşti.
Özellikle son 5-6 yıl içinde Kopenhag kriterleri çerçevesinde anayasaya bir çok noktadan demokratik yama yapıldı.
Ama öz değişmedi. Bakın nasıl? 1982 Anayasası’nın üç özelliği vardır.
Anayasa “anayasa yasaları belirler” ilkesinin tersine bir mantıkla hazırlanmış; üç yıl süren bir askerî cuntanın, yani Millî Güvenlik Konseyi’nin çıkardığı, temel hak ve özgürlükleri iyice kısıtlayan, yargı denetimini daraltan, yürütmeye, idareye ve kolluk güçlerine hak sınırlamak da dahil olmak üzere aşırı yetkiler veren yasalar anayasa hükmüne dönüştürülmüştü.
Devlet Denetleme Kurulu, YÖK, Devlet Başkanı’nın atama ve denetleme yetkilerine ilişkin kanunlar bunlar arasındadır.
İkinci olarak; 1982 Anayasası, Millî Güvenlik Konseyi çıkışlı mevzuat yanında kaynak olarak kabul ettiği diğer iki belgeyi, 1961 Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni tamamen tahrif ederek ve tersine çevirerek kullanmış bir anayasadır.
Her iki belgenin içerdiği temel hak ve özgürlükler listesi, yeni çıkan bazı uluslararası metinlerden de yararlanarak geliştirilmiş ancak getirilen özel yasaklarla ve istisnalarla başta verilenler bizzat anayasa tarafından geri alınmıştır.
Örneğin, özgürlüklerin kötüye kullanılmasının engellenmesi için; anayasa düşünsel, sanatsal, bilimsel çalışmaları bile içerikleri bakımından kısıtlama ve sınırlama yetkisini elinde tutmuştur.
En nihayet bu anayasa, sadece biçimsel kaynakları açısından değil, içeriği açısından da, yani devletin kutsanması, otoriter bir yönetim mantığının meşrûlaştırılması açısından bir ilkler anayasasıdır.
Örneğin, “özgürlük kural, sınırlama istisnadır” ilkesini tersine çeviren ilk Batı anayasasıdır 1982 Anayasası, yasamaya görülmedik bir şekilde bütün hak ve özgürlükleri genel olarak sınırlama yetkisini vermiştir. Bununla da yetinmemiş; her bir temel hak ve özgürlüğü kendi maddeleri içinde “özel” olarak sınırlamıştır. O da yetmemiş, özgürlük ve hakların kötüye kullanılmasını ifade eden yasakları tek tek sayarak yeni bir sınırlamaya daha başvurmuştur.
Bu sınırlamaların gerekçesi ise, devletin ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması gibi hukukiliği su götüren, yasallık niteliği tartışmalı, muğlak, siyasî ve sübjektif, ideolojik yoruma açık unsurlardır.
Bunların içinde Zafer Üskül’ün belirttiği, hatırlattığı Kemalizm, Atatürk ilke ve inkılapları da vardır.
Sonuç olarak, 1982 Anayasası bireyin ve toplumun, zihni, kültürel, siyasî faaliyetlerini kodlamaya soyunan ve devleti kutsal sayan, düşünce suçlarını meşrû kılan, bilim ve sanat özgürlüğünü kurallara, koşullara tâbi kılan, özetle askerî otoritenin topluma, bireye ve siyasete bakışının altını çizen bir metindir
Ve şimdi bu zincirleri kırmanın gerçekten zamanıdır…
Yeni Şafak, 3 Ağustos 2007
|