Türkiye’de askeri darbeler, müdahaleler siyasetin normalleşmesini engelledi. Demokrasi ve hukuk devletini geciktirdi.
Her seferinde mıntıka temizliği yapıldı. Türkiye’nin böylece daha iyiye gideceği sanıldı.
Ama olmadı.
Masa başı tertipleri kâğıt üstünde kaldı. Kışla mantığı ile siyasete, topluma yön verilemedi. Bunun mümkün olamayacağı bir türlü anlaşılmadı.
Bunu kaç kez yaşadık.
22 Temmuz’da da gördük.
Akılda tutulması gereken bir gerçek var. Denize girmeden nasıl yüzme öğrenilemezse, demokrasi de düşe kalka öğreniliyor.
Zaman alıyor.
Sabır ve sebat gerektiriyor.
Darbeyi yap; parlamentoyla partilerin kapısına kilit vur; darağaçları kur; hapishaneleri doldur; siyaset yasakları koy. Sonra yeni anayasa, yeni partiler, yeni liderler... Ve haydi seçimlere...
Olmuyor.
Hukuku eğip bük, oyun içinde kural değiştirmeye kalkış, kendince kitle hareketleri yarat, olmadı ‘muhtıra’yı yapıştır!
Ama yine olmuyor.
Ters tepiyor.
1986 yılında çıkan ikinci kitabım Demokrasi Korkusu adını taşır. 12 Eylül askeri yönetimi sırasında tuttuğum günlüklerin ikinci cildinde demokrasinin kolu kanadının nasıl kırıldığı anlatılır.
Aradan 21 yıl geçti.
Demokrasi korkusu hâlâ sürüyor.
Demokrasinin fazlası Türkiye’yi böler, laikliği yok eder kaygısı, asker-sivil bazı çevrelerde ne yazık ki bugün bile devam ediyor.
Öylesine bir hava ki, Türkiye’nin en büyük iç düşmanı olarak demokrasi görülüyor.
Bundan sıyrılmak lazım.
Hem de bir an önce.
Asıl bu demokrasi korkusudur Türkiye’yi öteden beri geren, cepheleştiren, bazı temel sorunları yılan hikâyesine döndüren...
Oysa asıl olan, Türkiye’nin seçim sandığından çıkan sonuçlara göre yönetilmesidir.
Temel kural budur.
Vazgeçilmemesi gereken budur.
Siyaseti ne kadar parlamentoya çekebilirsek, siyaseti ne kadar meşru zeminlerde yaparsak, Türkiye o kadar rahatlar, normalleşir.
22 Temmuz bu açıdan yepyeni bir fırsat penceresi açtı ülkemizin önünde.
TBMM’nin temsil tabanı yüzde 87’ye ulaştı. Önceki dönemde halkın yüzde 45’i parlamentoda temsil edilmiyordu.
AKP yüzde 35 oyla sandalyelerin yüzde 65’ine sahipti. Bu adaletsiz durum da ortadan kalktı. AKP’nin oy oranı yüzde 47’yi buldu.
Artık Meclis’te Türkiye’deki milliyetçi damarı temsil eden MHP de var.
Bugüne kadar yüzde 10 barajına takılan DTP de, bağımsız milletvekilleriyle parlamentoya girdi. Bir başka deyişle, Kürtlerin önemli bir bölümü de artık parlamento zemininde temsil ediliyor.
Olumlu gelişmeler.
Temsilde adalet var.
İstikrar da dışlanmıyor.
Türkiye 22 Temmuz’la gelen fırsatı akıllıca kullanırsa, daha istikrarlı raya oturabilir, önü açılır, aş ve iş sorununu çok daha büyük hızla çözer.
İktidarda olsun, muhalefette olsun bütün partiler, tüm siyasetçiler, gerilim ve kutuplaşma politikalarının Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramadığını artık görebilirler, görmelidirler.
Yakın geçmiş bu açılardan deneyim zenginidir, çıkarılacak derslerle doludur.
Siyaset kurumu bundan böyle demokrasiyi ortak platform olarak benimsemeli. Siyaset, zaman zaman nükseden “kışlaya dönüp bakma” alışkanlığından tümüyle kurtulmalıdır.
Türkiye’nin bugün acil bir ihtiyacı var:
Sivil anayasa.
TBMM’deki tüm partilerin el birliğiyle artık 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi askeri darbelerin adını taşımayan yeni bir anayasa yapmaları, bu ülkede demokrasinin rüşdünü ispat etmesi anlamına gelecektir.
Tek parti hükümeti...
Krizsiz Çankaya seçimi...
Ve sivil anayasa...
İyimser olmak, umut etmek için çok şey var. İnşallah bu kez hayal kırıklığına uğramayız.
İyi pazarlar!
Milliyet, 29 Temmuz 2007
|