Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Demokrasinin rüşdünü ispat etmesi...

Türkiye’de askeri darbeler, müdahaleler siyasetin normalleşmesini engelledi. Demokrasi ve hukuk devletini geciktirdi.

Her seferinde mıntıka temizliği yapıldı. Türkiye’nin böylece daha iyiye gideceği sanıldı.

Ama olmadı.

Masa başı tertipleri kâğıt üstünde kaldı. Kışla mantığı ile siyasete, topluma yön verilemedi. Bunun mümkün olamayacağı bir türlü anlaşılmadı.

Bunu kaç kez yaşadık.

22 Temmuz’da da gördük.

Akılda tutulması gereken bir gerçek var. Denize girmeden nasıl yüzme öğrenilemezse, demokrasi de düşe kalka öğreniliyor.

Zaman alıyor.

Sabır ve sebat gerektiriyor.

Darbeyi yap; parlamentoyla partilerin kapısına kilit vur; darağaçları kur; hapishaneleri doldur; siyaset yasakları koy. Sonra yeni anayasa, yeni partiler, yeni liderler... Ve haydi seçimlere...

Olmuyor.

Hukuku eğip bük, oyun içinde kural değiştirmeye kalkış, kendince kitle hareketleri yarat, olmadı ‘muhtıra’yı yapıştır!

Ama yine olmuyor.

Ters tepiyor.

1986 yılında çıkan ikinci kitabım Demokrasi Korkusu adını taşır. 12 Eylül askeri yönetimi sırasında tuttuğum günlüklerin ikinci cildinde demokrasinin kolu kanadının nasıl kırıldığı anlatılır.

Aradan 21 yıl geçti.

Demokrasi korkusu hâlâ sürüyor.

Demokrasinin fazlası Türkiye’yi böler, laikliği yok eder kaygısı, asker-sivil bazı çevrelerde ne yazık ki bugün bile devam ediyor.

Öylesine bir hava ki, Türkiye’nin en büyük iç düşmanı olarak demokrasi görülüyor.

Bundan sıyrılmak lazım.

Hem de bir an önce.

Asıl bu demokrasi korkusudur Türkiye’yi öteden beri geren, cepheleştiren, bazı temel sorunları yılan hikâyesine döndüren...

Oysa asıl olan, Türkiye’nin seçim sandığından çıkan sonuçlara göre yönetilmesidir.

Temel kural budur.

Vazgeçilmemesi gereken budur.

Siyaseti ne kadar parlamentoya çekebilirsek, siyaseti ne kadar meşru zeminlerde yaparsak, Türkiye o kadar rahatlar, normalleşir.

22 Temmuz bu açıdan yepyeni bir fırsat penceresi açtı ülkemizin önünde.

TBMM’nin temsil tabanı yüzde 87’ye ulaştı. Önceki dönemde halkın yüzde 45’i parlamentoda temsil edilmiyordu.

AKP yüzde 35 oyla sandalyelerin yüzde 65’ine sahipti. Bu adaletsiz durum da ortadan kalktı. AKP’nin oy oranı yüzde 47’yi buldu.

Artık Meclis’te Türkiye’deki milliyetçi damarı temsil eden MHP de var.

Bugüne kadar yüzde 10 barajına takılan DTP de, bağımsız milletvekilleriyle parlamentoya girdi. Bir başka deyişle, Kürtlerin önemli bir bölümü de artık parlamento zemininde temsil ediliyor.

Olumlu gelişmeler.

Temsilde adalet var.

İstikrar da dışlanmıyor.

Türkiye 22 Temmuz’la gelen fırsatı akıllıca kullanırsa, daha istikrarlı raya oturabilir, önü açılır, aş ve iş sorununu çok daha büyük hızla çözer.

İktidarda olsun, muhalefette olsun bütün partiler, tüm siyasetçiler, gerilim ve kutuplaşma politikalarının Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramadığını artık görebilirler, görmelidirler.

Yakın geçmiş bu açılardan deneyim zenginidir, çıkarılacak derslerle doludur.

Siyaset kurumu bundan böyle demokrasiyi ortak platform olarak benimsemeli. Siyaset, zaman zaman nükseden “kışlaya dönüp bakma” alışkanlığından tümüyle kurtulmalıdır.

Türkiye’nin bugün acil bir ihtiyacı var:

Sivil anayasa.

TBMM’deki tüm partilerin el birliğiyle artık 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi askeri darbelerin adını taşımayan yeni bir anayasa yapmaları, bu ülkede demokrasinin rüşdünü ispat etmesi anlamına gelecektir.

Tek parti hükümeti...

Krizsiz Çankaya seçimi...

Ve sivil anayasa...

İyimser olmak, umut etmek için çok şey var. İnşallah bu kez hayal kırıklığına uğramayız.

İyi pazarlar!

Milliyet, 29 Temmuz 2007

Hasan CEMAL

30.07.2007


 

Kemalizm ve demokrasi

Yıl 2007...

Hálá... Sıkılıp, utanmadan aynı şeyi tartışıyoruz: Demokrasi mi, Kemalizm mi?

Çok uzun zamandır, objektif bir gazeteciliği bırakıp fanatik militanlığı seçen Cumhuriyet gazetesi manşet atmış: Hedefleri Kemalizm.

Halbuki... ‘Hedefleri demokrasi,’ manşeti çok daha dürüst olurdu.

Nedir?

Kanal 24’de,Yuvarlak Masa Programı’nda ağırladığımız ve anayasa değişikliğini tartıştığımız Prof. Dr. Zafer Üskül bize söylediğini bir kez daha tekrarlamış: - Kemalizm veya başka bir ideoloji anayasada yer almamalı...

Ve devam etmiş: -İdeolojilere yer vermeyen renksiz bir anayasa düşünüyorum.

Dün baktım, statüko cephesi avaz avaza..

Neden? Tek parti ideolojisi olan Kemalizm’e karşı çoğulcu, çok sesli ve her vatandaşa eşit mesafede demokratik bir anayasa talep edildiği için.

***

Ana Britannica Ansiklopedisi’ni alın... Kemalizm maddesini açın... O sizi ‘Atatürkçülük’ maddesine yollayacaktır.

Bakın orada ne yazıyor: ‘...Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 tarihli tüzüğünden 1937’de, 3115 sayılı yasayla Anayasa’ya geçirilen ilkeler, Altı Ok, Kemalizm diye adlandırılır.’

Neymiş? Kemalizm, ‘Altı Ok’ demekmiş.

Ne zaman anayasaya konuyor? Tek partili dönemde... O zaman sadece CHP var... Başka parti yok.

***

Türkiye güya 1946 yılında çok partili sisteme geçti.

Güya diyorum, çünkü 2007’de bile tek parti döneminin ideolojisinin demokrasiyi yere çalması istenmekte... Savunulmakta.

Bu ne demek? ‘Birçok farlı parti olsa da, herkes mecburen ve zorla CHP’li olmak zorundadır’ demek.

Medya bunu utanmadan sıkılmadan tartışma konusu yapabilmekte.

***

22 Temmuz seçimlerinde CHP ne kadar oy aldı?

-Yüzde yirmi.

Tüm topluma, ‘o partiye oy veren ve Altı Ok’u seçenler gibi düşünmek zorundasınız’ denebilir mi?

Anayasa’ya CHP ilkelerini koymak, herkesi ‘zoraki CHP’li yapmakla aynı şey...

Bu, demokrasiyle bağdaşabilir mi?

Bunu dayatmak... Bunu tartışmak ayıp değil mi?

Kemalizm tek parti ideolojisi olduğu için demokrasiyi içermez... Ama demokrasi doğallıkla Kemalizm’i içerir..

Demokrasilerde CHP gibi Kemalist partiler olur... Ama anayasal maddelerle herkes zoraki CHP’li yapılamaz.

***

Bunun tersini savunanlar, gerçek bir demokraside böyle bir şey olmayacağını bilmiyorlar mı?

Zaten işin en hazin yanı da bu... Bal gibi biliyorlar... Ama sahtekarca davranmaktan kaçınmıyorlar... Bu sahtekarlık bu çağda, demokrasi tercihini açıkça ortaya koymuş bu ülkede ne işlerine yarayacaksa?

‘Kemalizm mi, demokrasi mi?’ tartışmasında hâlâ ‘Kemalizm demokrasiden iyidir’ diyebiliyorlar.

Rahmetli Bülent Tanör, on yıl önce TÜSİAD için yaptığı ‘demokratikleşme perspektifleri’ adlı çalışmasında, dünyada anayasasında ‘şahıs adı’ geçen üç ülke olduğunu yazdı.

Türkiye dışında biri İran, diğeri de Kuzey Kore...

Benzediğiniz iki ülke zaten anayasamızın durumunu ortaya koymaya yetmiyor mu?

***

Türkiye’de statüko, Mustafa Kemal Atatürk, Kemalizm ve demokrasiyi ‘aynı şey’ gibi sunarak durumu idare etti.

Mustafa Kemal bu toprakların tarihsel bir lideridir... Kemalizm ya da Atatürkçülük, tek parti ideolojisidir... Demokrasi ise çoğulculuktur.

Şimdi Zafer Üskül’ü hedef tahtası haline getirmek ne oluyor?

Deniz Baykal’ı anlarım... O halktan alamadığı oyu ‘başka yerlerden’ almak peşinde... Demokrasiyle bir ilgisi kalmamış artık.

Ama diğerlerine ne oluyor? Hele daha ilk adımda Zafer Üskül’ü satmaya kalkan AKP’lilere?

Anladık politikacısınız, anladık aklınız fikriniz ‘zamanlamada’ ama artık politika değişiyor...

Ve Üskül gibi dürüst, cesur ve açıksözlü insanlar politikaya giriyor. Üskül’e benzemek, onun bilgisine ve cesaretine sahip olmak kolay değil.

Ama hiç olmazsa çelme takmayın. O savunduğu doğruyu anlatır.

Halk da anlar. Çünkü artık anlatmanın zamanı geldi.

Star, 29 Temmuz 2007

Mehmet ALTAN

30.07.2007


 

Belki çok erken ama tamamen doğru

Yukarıdaki başlığı attım atmasına ama isabetli olup olmadığı konusunda çok da emin değilim doğrusu.

Tereddütüm başlığın -tabii ki- “Belki çok erken..” faslına ilişkin. Yoksa “tamamen doğru” faslı tamamen doğru...

AKP milletvekili Zafer Üskül’ün üzerinde iki gündür konuştuğumuz açıklamasından söz ediyorum.

Üskül, bu yasama döneminde doğumuna şahit olmayı dilediğimiz “sivil anayasa”dan bahisle, “ideolojik dayatmalara yer vermeyen renksiz bir Anayasa olmasını düşünüyorum. Kemalizm veya başka bir ideoloji, Anayasa’da yer almamalı” diyordu.

Biliyorsunuz; Üskül’ün Anayasa’nın “dili”nin arındırılması gerektiğine ilişkin getirdiği bu öneri çok da yeni sayılmaz. Bu ülkede hiç değilse yirmi yıldır, hem de yüksek sesle, bu ve benzer öneriler kim bilir kaç kere dile getirildi.

Ancak takdir edersiniz ki Üskül’ün bu açıklamasının özel bir önemi var. Çünkü önerinin sahibi artık bir AKP milletvekilidir ve de bu partinin seçim beyannamesinde önemli yer kaplayan “sivil anayasa” konusunda çalışacak kadro içinde yer almaktadır.

Nitekim Deniz Baykal’a “dakka bir gol bir” dedirten bu özel durumdur.

Ama dikkat ederseniz, Üskül’ün önerisi Baykal ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bazı kişilerce de “yersiz” ya da hiç değilse “vakitsiz” bulunmuştur.

İyi niyetli diyebileceğimiz bu açıklamalardaki ortak noktayı şöyle özetleyebiliriz herhalde: Sivil anayasa konusunda ilk elde yapılması gereken bunca iş varken bu önerinin sırası mı şimdi?

Olabilir, bu görüşü paylaşanları eleştiriyor değilim; belki de -gerçekten- çok erkendir...

Ama şunu da sormadan geçemeyiz herhalde: Üskül’ün önerisinin tartışılabilmesi için uygun vakit nedir, ne zamandır?

Bana göre Üskül’ün önerisi tartışılmadan “sivil anayasa” tartışmalarına geçmek -ya da geçilebileceğini düşünmek- doğru bir seçim değildir. Çünkü öneriyle Anayasa’dan çıkarılması istenen konular-ifadeler Anayasa’nın “özniteliği” konumundadır. Dolayısıyla, “Atatürk, Atatürkçülük, Atatürk ilkeleri ve inkılapları” fasılları Anayasa’nın “özniteliği” olma konumundan çıkarılmadan yapılacak her değişiklik yine yarım kalacaktır.

Anayasa hukuku profesörü Mustafa Erdoğan, birkaç hafta önce “sivil anayasa” konusu üzerine yayımladığı yazısında bu anayasanın tarifine şöyle başlıyordu: “Herhangi bir dinî, ideolojik veya felsefi tarafgirliğe dayanak olabilecek hükümlerden arınmış olması.”

“Sivil anayasa” için yapılması gereken ilk iş muhakkak ki budur. T.C. Anayasası’nın dili de demokrasilerde karşımıza çıktığı gibi bu olmazsa olmaz şartı yerine getirmiş olmalıdır. T.C. Anayasası’nın terminolojisi de demokrasilerin anayasalarındakiyle aynı olmalıdır.

(...)

Bu süreci söylediğim gibi ortalığı birbirine katmadan, yeni ayrılıklar-bölünmeler yaratmadan geçebilir ve “sivil anayasamızı” –nihayet- ortaya koyabilirsek, kısa zamanda toplum olarak ne derece yol aldığımızı, yetişkinleştiğimizi, rahatladığımızı –mutlaka- göreceksiniz. Bu süreci yaşamadan sivilliğin bize “haram” olduğunu unutmayalım.

Sonuç olarak: Hiç de “çok erken” değil.

Yeni Şafak 29 Temmuz 2007

Kürşat BUMİN

30.07.2007


 

Kırat’a ne oldu?

Esat Kıratlıoğlu çayımızı içmeye geldi. Ağarmış saçlar ve aktif politikanın içinde geçmiş 44 yıl.

Bu seçimde oğlu (Ahmet Kıratlıoğlu) adaydı.

Nevşehir’den, DP’den.

Tam sohbete başlayacağımız sırada telefonu çaldı.

- Esat abi ben Kozaklı’dan Fatih... Ata ne oldu?

- Fatih, at düştü, dizi yaralandı, iyileşecek.

Çaylar geldi.

Tam içeceğimiz sırada yine telefon:

- Esat abi ben Boğazköy’den Ferit... Aman at ölmesin.

- Ferit at topallıyor ama ayağında kırık yok... Ayağı kırılan at vurulur... Merak etme ölmeyecek.

Sonra telefonları kapattık.

Ve Esat abiyi dinlemeye başladık.

Milattan önce

Esat Kıratlıoğlu’na göre seçimi “milattan önce” ve “milattan sonra” diye analiz etmek gerekiyor.

Milattan önce “yani Çankaya seçim sürecinden önce.” Milattan sonra “yani Meclis’te Cumhurbaşkanı seçilememesinden sonra.”

Esat abi “çekilip” de yerine eski genel müdürlerden oğlu Ahmet Kıratlıoğlu siyasete girince...

“Ailece” 1.5 yıl önceden yola düşmüşler.

Baba oğul, Nevşehir’in ilçelerini ve 182 köyünü dolaşmışlar.

Kimi “mazot hesabı” yapmış: - Eskiden 3 kilo buğday satar, 1 litre mazot alırdım. Şimdi 7 kilo buğday satmak zorundayım.

Kimi demiş ki: - Abi soğan para etmiyor, perişanım.

Kimi demiş ki: - Abi sen Nevşehir Belediye Başkanı iken bu sanayi çarşısını yaptın... Dinle bak hiç çekiç sesi geliyor mu?.. Esnaf sıkıntıda.

“Tecrübeli” Esat abi oğluna “yol haritası” çizmiş:

- Şartlar uygun... Artık ayın 10 gününü Nevşehir’de geçireceğiz... Senin seçilmen garanti.

Milattan sonra

Meclis’te Cumhurbaşkanı seçilemeyince... Çankaya konusu “mahkemeye düşünce...”

Ve “seçim kararı” alınınca...

Esat Kıratlıoğlu ile oğlu DP adayı Ahmet Kıratlıoğlu Nevşehir’in yolunu tutmuşlar.

Bir köyün girişinde iki köylü onları durdurmuş: - Esat abi seni seviyoruz... Ama köye girme... Konuşma yapma... Git.

- Ula Rüstem ne oldu?

- Abi hizmetini inkar edersek Allah çarpar... Ama şimdi git.

- Lan Rüstem ne oldu oğlum?

- Abi siz dindar bir Cumhurbaşkanı seçilmesini engellediniz.

Direksiyonu başka bir köye çevirmişler.

Gerisini Esat bey anlatsın: - Eskiden tanıdığım, karşımda daima sessiz duran adam ejderha kesilmiş... Atmaca gibi “dindar bir Cumhurbaşkanı seçtirmediniz” diye üstüme geliyor.

Kıratlıoğlu adamı tanıyor ya...

Terslemiş: - Lan Kazım senin alnın hiç secdeye geldi mi? Caminin yolunu bilir misin?

- O tarafını karıştırma Esat abi... Siz dindar birini seçtirmediniz.

Biri demiş ki: - Niye CHP’nin kuyruğuna takıldınız?

Öteki: - Niye Meclis’e girmediniz?

Beriki: - ANAP girecekti, niye onların girmesini engellediniz?

Kıratlıoğlu sonunda kızıp sesini yükseltmiş: - Bizim 4 milletvekilimiz vardı, 2’si girdi.

Köyün yaşlısı Musa dayı da sesini yükseltmiş: - Öteki 2’si de girseydi.

- Musa, girselerdi sayı yine yetmezdi... Yine Cumhurbaşkanı seçilemezdi.

Musa dayı bastonunu yere vurmuş: - Girselerdi de yine seçilmeseydi... Neden girmediler?.. Çankaya’ya bir dindarın çıkmasını ne diye engellediler?

Hava raporu

Çankaya seçimi sürecinden önce Esat Kıratlıoğlu Nevşehir’e gitmiş. “Havayı” koklamış. “Hava raporu” şöyle:

- AKP 2002’de 3 çıkarmıştı... Şimdi ancak 1 çıkarır.

- AKP’liler Derinkuyu’ya gitmişler, halk tepki göstermiş... Ortalığı polis, jandarma yatıştırmış.

- DYP için (o zaman DP olayı yoktu) 1 milletvekilliği çantada keklik.

Kıratlıoğlu’na sorduk: - Ya şimdi seçim raporu nedir?

- DP yüzde 3.5 oyda kaldı... AKP 3-0 seçimi aldı.

- Derinkuyu ne oldu?

- Topluca AKP.

- DYP-ANAP birleşmesindeki başarısızlığın seçim sonucuna etkisi nedir?

- ANAP’la evlilik başarılsaydı bile, oy yüzde 7’ye, 8’e çıkardı ama, yine baraj aşılamazdı.

Esat Kıratlıoğlu: - DP’nin yere serilmesinin de, CHP’nin zınk diye durmasının da sebebi tek: Dindar Cumhurbaşkanı davası.

- Seçim sonuçlarına dair 100 farklı not çıkardım... 95’i dindarlık meselesi.

- Kupkuru havada sanki yağmur bastırdı... Sırılsıklam olduk... At da tökezledi.

Sabah, 29 Temmuz 2007

Yavuz DONAT

30.07.2007


 

Atatürkçülük Anayasa’dan çıkarılsın

AKP’nin çiçeği burnunda milletvekili, Anayasa Profesörü Zafer Üskül “Atatürkçülük bir ideolojidir Anayasa’dan çıkarılmalıdır” dedi.

22 Temmuz’dan ders almayan bazı köşe yazarları ve gazeteler yine AKP’yi ve Zafer Üskül’ü eski alışkanlıkları ile yerin dibine soktular. Ne şeraitçilikleri kaldı ne de Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı oldukları... Neredeyse diyecekler ki çakın kibriti hepsini ateşe atın!

Eğer Atatürkçülüğümden, Atatürk devrimlerine bağlılığımdan, laik düşüncemden, çağdaş Türkiye özlemimden, batıya dönük yüzümden şüphe eden varsa herkesle, her yerde düşünce boyutunda hesaplaşırım! Ben de Atatürkçü ideolojinin Anayasa’dan çıkmasını savunuyorum. Ne var bunda! Şeraitçi mi oldum şimdi? Tescilli Atatürk düşmanı sayılıp tartışma hakkım elimden mi alınacak.

İsteğimin nedeni de çok basit. Küreselleşen dünyada Türkiye’nin diğer ülkeler entegre olabilmesi için Atatürkçü ideolojiyi anayasasından çıkarması şart.

Eğer Mustafa Kemal Atatürk yaşasaydı ve bugünün koşullarına göre bir politika üretseydi o da kesinlikle Atatürkçü ideolojiyi anayasadan çıkarma yolunu seçerdi.

Bugün, 29 Temmuz 2007

Ali Atıf BİR

30.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004