Seçim sonrası nasıl bir Türkiye? Tek parti hükümeti... Bütün Türkiye’yi kucaklayan başbakan... Krizsiz cumhurbaşkanı seçimi... Ve ekonomide aş ve iş sorununu çözebilmek için mali disiplini kalıcı kılacak yapısal reformlar...
Yeter mi?
Bundan iyisi can sağlığı diyenler olabilir.
Ama yetmez.
Bir de AB ipi var, Türkiye’nin mutlaka sarılması gereken. AB projesinin boşlanması, hiç kuşku duyulmasın, bu ülkenin insanları açısından büyük bir tarihi yanlışın altını çizer.
Neden öyle?
Çünkü Türkiye’nin AB projesi, tepeden tırnağa bir değişim projesidir. Türkiye’nin ‘dünyada birinci lig’e demir atma ve Batı ile gerçekten bütünleşme projesidir.
Demokraside, hukukta, insan haklarında, ekonomide, eğitimde, sağlıkta, çevrede, aklınıza gelebilecek her alanda çıtanın çağdaş düzeye yükseltilmesidir.
Özellikle aş ve iş sorununu çözmek için yaşamsal nitelik taşıyan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını hızlandırmakta da anahtar role sahiptir AB projesi. Çünkü bu proje, dış yatırımcılar açısından Türkiye’de yatırımı cazip kılan bir ‘kalite belgesi’dir.
Türkiye’de şiddet ve terör sorununu en aza indirmenin ve ‘Kürt meselesi’ni demokrasi içinde sorun olmaktan çıkarmanın yolları da AB projesinden geçer.
AB projesi aynı zamanda demokrasi içinde ‘asker sorunu’nu çözmek, demokratik rejim içinde askeri yerli yerine oturtmaktır. Demokrasiyi Türkiye’de en büyük iç düşman olarak gören odaklardan, ‘vatansever çeteler’den kurtularak hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet düzeni kurmaktır.
Kısacası:
AB projesi Avrupa açısından nasıl tarihin en büyük barış ve demokrasi projesi ise, aynı gerçek Türkiye için de geçerlidir.
Biliyorum, kulağıma çalınıyor:
“Ama bizi istemiyorlar ki!”
“Ağzımızla kuş tutsak almazlar!”
“Sarkozy’ye, Merkel’e baksana!”
“AB bizi böler!”
Malum görüşler...
AB karşıtlığının altında değişim korkusu yatıyor. AB karşıtlığının altında demokrasi korkusu yatıyor.
Ama unutmayın:
Tek bir AB yok!
AB yalnız Sarkozyler’den oluşmuyor. Türkiye’yi isteyenler de var AB’de. Evet, bir zamanlar Yunanistan’ı sahiplenen Fransa gibi, İspanya’yı sahiplenen Almanya gibi Türkiye’ye arka çıkan ülkeler bulunduğu pek söylenemez.
Bu da bir gerçek.
Ancak, Türkiye’yi dışlamanın AB’ye çok pahalı bir fatura çıkaracağının bilincinde olan ülke ve çevreler de az değil AB’de.
‘Türkiye projesi’nin AB içinde bu kadar hararetli tartışılması, bir noktayı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koyuyor:
Türkiye’nin AB’ye olduğu kadar, AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var!
Türkiye’nin AB açısından önemini düşünürken, AB’nin İslam’la diyalogu, AB’nin Ortadoğu’daki ağırlığı, AB’nin küresel oyunculuğu, AB’nin enerji güvenliği diye birçok alanı ve gittikçe büyüyen Türk ekonomisini de sayabilirsiniz.
AB yolu ve demokrasi deneyimi penceresinden Türkiye’yi çok yakından ve ilgiyle izleyen İslam dünyasındaki reformistleri de, yine Türkiye’nin AB açısından önemini düşünürken akla getirebilirsiniz.
Kısacası:
AB öyle kolayca boşlayamaz Türkiye’yi.
Bize gelince...
Üyelik müzakereleri kör topal gidiyor olsa da, AB’ye kanca atmış durumdayız. Rayda kalmak zorundayız.
Önemli olan rayda kalmaktır.
Bunun için ev ödevleri var, bir an önce bitirmemiz gereken.
Elimizi ne kadar çabuk tutarsak, Sarkozy’ler o kadar güç kaybedebilir. Elimizi ne kadar çabuk tutarsak, AB içinde bize arka çıkanların eli o kadar güçlenebilir.
Peki, AB bizi böler mi?
Bizi bölebilir mi?
Bakın, eğer Türkiye’nin bir bölünme tehlikesi varsa, asıl AB rayından çıkan bir Türkiye’de bu tehlike daha büyür.
Milliyet, 20 Temmuz 2007
|