Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Sanayiciyi korkutan risk

Dün açıklanan Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu, ekonominin beşinci büyüme yılında bile sanayinin geçmişteki kâr marjlarını koruyamadığını ortaya koydu. 2006 yılı itibariyle 500 Büyük içinde 9 kuruluş daha yabancı sermayeli hale geldi. Böylece bu sayı 136’dan 145’e ulaşırken, satışların yüzde 33’ünü, net dönem kârının yüzde 40’ını yabancı sermayeli kuruluşlar elde etti.

- Kârlılıkta kayıp- 500 Büyük içinde yer alan özel kuruluşların özsermaye kârlılığı 2006 yılında bir önceki yılki yüzde 12.2 düzeyinden artışla yüzde 16.6 oldu. Bu oranın son beş yıllık ortalaması da yüzde 16.8 düzeyinde. Buna karşılık 2001 krizi öncesindeki beş yılı kapsayan 1996-2000 arasında ise yüzde 27.5 düzeyindeydi. Yani öz sermaye karlılığı açısından büyük sanayi kuruluşları sürekli büyümenin olduğu son beş yılda 10 puanlık bir kayba uğradı.

- Faizin etkisi- Bunda da yüksek faizlerin önemli bir etkisi olabilir. Çünkü üretim dışı kârlarda yani hazine bonosu ve repo kârlarında önemli düşüşler var. Bu tür kârların net dönem kârına oranı 2006 yılında yüzde 26’ya kadar geriledi. Halbuki 2001 öncesinde bu oran yüzde 100’ün bile üzerindeydi.

- Sanayi bu geliri kaybetmesinin yanında 2001 krizinin yüküyle de karşılaştı.

- Çin, Hindistan gibi ucuz üretim yapan ülkelerin rekabeti de buna eklendi.

- Kurun etkisi- Ayrıca 2001’de değiştirilen kur rejimiyle yerli paranın değer kazanması veya kurların değer kaybı da yaşandı. Düşen kurlar sanayi ihracatının kârlılığını azalttı. 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nda ihracatın toplam satışlara oranı ise yüzde 27.5 seviyesinde. Dolayısıyla bu durum satış kârlılığını azaltan bir gelişme.

Kurların düşmesi özellikle büyük sanayi kuruluşları tarafından ucuz kaynak sağlama olanağı olarak da değerlendirdi. Sanayi kuruluşları yurtdışı borçlanmaya, döviz üzerinden borçlanmaya ağırlık verdi. Bu dönemde yatırımların hızlanması da bu eğilimi iyice artırdı. Sonuçta banka dışı kesimin dış borç stoku 2006 sonunda 72.6 milyar dolarla rekor düzeye yükseldi.

- Tedirgin ediyor- Nitekim dün 500 Büyük’ü açıklayan İSO Başkanı Tanıl Küçük bu durumu şöyle değerlendirdi: “Küresel likidite koşullarında her şey olumlu gittiği için büyük firmalar dış borçlanmaya gidebildi ve büyümeyi sürdürebildi. Ama bunu ne kadar devam ettirebiliriz, kendi aramızda tartışıyoruz. Risk taşıyarak üretimi artırıyoruz. Maliyet yapısında toplam borçlanmanın payı yüzde 50’lere yakın. Bu bizi tedirgin ediyor. Son beş yılda kaynak yaratmakta sıkıntı çekilmiştir. Üretim aleyhine bir yapı oluşmuştur.”

- Ya devamı gelirse- Özellikle ihracata çalışan sanayinin daha az kâr eder hale gelmesinin en önemli nedeni döviz kurunun düzeyi. Bu düzeyi de döviz arz ve talebi belirliyor. Küresel sermaye hareketleri çerçevesinde döviz arzı fazla. Kur bu nedenle düşük. Üretimdeki yerli katma değer de bu nedenle azalıyor. Sanayinin sadece kârı değil aynı zamanda istihdam yaratması da engelleniyor.

Gelinen noktayı da sanayici “korkulu ve sürdürülmesi zor bir denge” olarak görüyor. Küresel piyasalardaki iyileşmenin sürmesi, Türkiye’ye sıcak ve soğuk sermayenin akmaya devam etmesi halinde sanayinin durumu o zaman ne olacak?

Küresel ekonominin iyi olmasına, Türkiye’nin büyümesine karşılık, daha az kâr eden ve daha az kaynak yaratan, daha az istihdam sağlayan, daha çok borçlanan bir sanayi kesiminin giderek yabancı sermayeli hale dönüşmesi de kaçınılmaz galiba.

- Sonuç- “Değişimin ne zaman gerekli olduğu sorusuna verilecek en iyi yanıt, gerekli hale gelmedendir” Claus Moller

Sabah, 20 Temmuz 2007

Abdurrahman YILDIRIM

21.07.2007


 

Demokrasi, hukuk ve AB!

Seçim sonrası nasıl bir Türkiye? Tek parti hükümeti... Bütün Türkiye’yi kucaklayan başbakan... Krizsiz cumhurbaşkanı seçimi... Ve ekonomide aş ve iş sorununu çözebilmek için mali disiplini kalıcı kılacak yapısal reformlar...

Yeter mi?

Bundan iyisi can sağlığı diyenler olabilir.

Ama yetmez.

Bir de AB ipi var, Türkiye’nin mutlaka sarılması gereken. AB projesinin boşlanması, hiç kuşku duyulmasın, bu ülkenin insanları açısından büyük bir tarihi yanlışın altını çizer.

Neden öyle?

Çünkü Türkiye’nin AB projesi, tepeden tırnağa bir değişim projesidir. Türkiye’nin ‘dünyada birinci lig’e demir atma ve Batı ile gerçekten bütünleşme projesidir.

Demokraside, hukukta, insan haklarında, ekonomide, eğitimde, sağlıkta, çevrede, aklınıza gelebilecek her alanda çıtanın çağdaş düzeye yükseltilmesidir.

Özellikle aş ve iş sorununu çözmek için yaşamsal nitelik taşıyan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını hızlandırmakta da anahtar role sahiptir AB projesi. Çünkü bu proje, dış yatırımcılar açısından Türkiye’de yatırımı cazip kılan bir ‘kalite belgesi’dir.

Türkiye’de şiddet ve terör sorununu en aza indirmenin ve ‘Kürt meselesi’ni demokrasi içinde sorun olmaktan çıkarmanın yolları da AB projesinden geçer.

AB projesi aynı zamanda demokrasi içinde ‘asker sorunu’nu çözmek, demokratik rejim içinde askeri yerli yerine oturtmaktır. Demokrasiyi Türkiye’de en büyük iç düşman olarak gören odaklardan, ‘vatansever çeteler’den kurtularak hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet düzeni kurmaktır.

Kısacası:

AB projesi Avrupa açısından nasıl tarihin en büyük barış ve demokrasi projesi ise, aynı gerçek Türkiye için de geçerlidir.

Biliyorum, kulağıma çalınıyor:

“Ama bizi istemiyorlar ki!”

“Ağzımızla kuş tutsak almazlar!”

“Sarkozy’ye, Merkel’e baksana!”

“AB bizi böler!”

Malum görüşler...

AB karşıtlığının altında değişim korkusu yatıyor. AB karşıtlığının altında demokrasi korkusu yatıyor.

Ama unutmayın:

Tek bir AB yok!

AB yalnız Sarkozyler’den oluşmuyor. Türkiye’yi isteyenler de var AB’de. Evet, bir zamanlar Yunanistan’ı sahiplenen Fransa gibi, İspanya’yı sahiplenen Almanya gibi Türkiye’ye arka çıkan ülkeler bulunduğu pek söylenemez.

Bu da bir gerçek.

Ancak, Türkiye’yi dışlamanın AB’ye çok pahalı bir fatura çıkaracağının bilincinde olan ülke ve çevreler de az değil AB’de.

‘Türkiye projesi’nin AB içinde bu kadar hararetli tartışılması, bir noktayı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koyuyor:

Türkiye’nin AB’ye olduğu kadar, AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var!

Türkiye’nin AB açısından önemini düşünürken, AB’nin İslam’la diyalogu, AB’nin Ortadoğu’daki ağırlığı, AB’nin küresel oyunculuğu, AB’nin enerji güvenliği diye birçok alanı ve gittikçe büyüyen Türk ekonomisini de sayabilirsiniz.

AB yolu ve demokrasi deneyimi penceresinden Türkiye’yi çok yakından ve ilgiyle izleyen İslam dünyasındaki reformistleri de, yine Türkiye’nin AB açısından önemini düşünürken akla getirebilirsiniz.

Kısacası:

AB öyle kolayca boşlayamaz Türkiye’yi.

Bize gelince...

Üyelik müzakereleri kör topal gidiyor olsa da, AB’ye kanca atmış durumdayız. Rayda kalmak zorundayız.

Önemli olan rayda kalmaktır.

Bunun için ev ödevleri var, bir an önce bitirmemiz gereken.

Elimizi ne kadar çabuk tutarsak, Sarkozy’ler o kadar güç kaybedebilir. Elimizi ne kadar çabuk tutarsak, AB içinde bize arka çıkanların eli o kadar güçlenebilir.

Peki, AB bizi böler mi?

Bizi bölebilir mi?

Bakın, eğer Türkiye’nin bir bölünme tehlikesi varsa, asıl AB rayından çıkan bir Türkiye’de bu tehlike daha büyür.

Milliyet, 20 Temmuz 2007

Hasan CEMAL

21.07.2007


 

DP adayları inançlı ve iddialı

Eskişehir’de Orhan Kesikoğlu.

Babası Dr. Albay’dı.

Halkla bütünleşmiş, kentte herkesin sevip saydığı bir isim.

Düzce’de Necmi Hoşver.

11 yıllık milletvekilliği döneminde (19912002) Düzce’nin her yerinde bir esere imza atmış.

Kapısı açık, herkesin rahatça ulaşabildiği bir siyasetçi.

Trabzon’da “DYP-ANAP kaynaşmasını” sağlayan, DP’yi oturtan bir tecrübe:

Eyüp Aşık.

Samsun’da, kentin köklü ailelerinden Vidinliler’in kızı Suna Vidinli.

Bursa’da “AP Gençlik Kolları” ndan gelme, eski bakanlardan Turhan Tayan.

Tekirdağ’da Enis Sülün, Müjdat Güler.

Artvin’de, eski Demokrat Parti milletvekili Hilmi beyin oğlu Adnan Çeltikçioğlu.

Gezdiğimiz yerlerde DP’nin pek çok “iddialı, inançlı, gece gündüz koşturan” adayıyla karşılaştık.

Çoğu “medyanın ilgisizliğinden” şikayetçi.

Ve hepsi de “DP’nin baraj sorunu olmadığı konusunda bahse girmeye hazır.”

Siyasetin “kıdemlisi” Orhan Keçeli dedi ki:

- Çok iyi gidiyorduk, yolda lastik patlattık.

- Tamiri biraz zaman aldı.

- 10 gündür gaza basıyor, vites yükseltiyor, hız yapıyoruz.

- Öyle mesafe alıyoruz ki, bunu biz bile tahmin edemezdik.

- Her seçimin bir sürprizi olur... Bu seçimin sürprizi DP.

Sabah, 20 Temmuz 2007

Yavuz DONAT

21.07.2007


 

Sezer’in tavrı

Dışişleri bu ülkenin en köklü ve saygın kurumlarından biri.

Orada bu ülkenin iyi yetişmiş, dil bilen, dünyayı tanıyan insanları çalışıyor.

Üstelik çoğunun iktidar partisiyle ideolojik bir yakınlığı da yok. Aday listelerine bakmak bile bu gerçeği ortaya koyuyor.

Buna rağmen Cumhurbaşkanı bu kurumun mensuplarını incitmekten çekinmiyor.

Gerek Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı, gerekse Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği atamalarındaki tavrı anlaşılır gibi değil.

Sezer, “Ben siville çalışmam” mı demek istiyor acaba?

Sabah, 20 Temmuz 2007

Ergun BABAHAN

21.07.2007


 

Son durum

Demokrat Parti... Rejimin çimentosudur. Demirgırat, Türkiye’nin 7 bölgesinde de var. Çünkü her kutuplaşmada, o daima kucaklaşan insanların ocağı...

İçkili-içkisiz, örtülü-örtüsüz, modern-muhafazakâr, fakir-zengin, genç-yaşlı... her türlü insanın barınabileceği ortak bir çatı...

DP’de eksik ya da yarım kalan nedir? “Yanında ANAP yok...”

Ama zaten o yoktu ki. DP, kendi öz sermayesiyle DP’dir.

Posta, 20 Temmuz 2007

Rauf TAMER

21.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004