“Gençlerin Gözüyle Toplumsal Barış” başlıklı panelde konuşan gençler, din, milliyet ve kuşak farklılıklarının toplumsal barışla ilişkisi ve medyanın bu konudaki etkisini ele aldı.
Demokrat Hanımlar Derneği Genel Merkezi'nin düzenlediği "Gençlerin Gözüyle Toplumsal Barış" panelinde gençler toplumsal barışın önündeki engelleri masaya yatırdı ve buna dair çözüm önerileri sundu.
Yeni Asya Vakfı Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen panelin ilk konuşmacısı Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği öğrencisi Bedia Nur Yanmaz, dinlerin toplumsal barışa etkisi üzerine bir sunum yaptı. Bilim, teknoloji ve iletişimdeki muazzam ilerlemelere rağmen farklı dinlere mensup insanların birarada yaşamaları konusunun sosyal bilimcilerin en temel problemi olmaya devam ettiğini ifade eden Yanmaz, "‘İslam şiddet dinidir’ iddiası ise şüphesiz dinler arası çatışmayı hızlandıran ve dünya barışını zedeleyen en önemli faktörlerden biridir. İslâm'ın sözde şiddet dini olduğu iddiasının dinî ve siyasî birçok sebebi bulunmakla birlikte, dinî metinleri okuma ve algılama şekli de bu sebepler arasında zikredilebilir" dedi.
ÖRNEK BİR METİN,MEDİNE VESİKASI
Bir arada yaşama tecrübesinin İslâm'ın ilk dönemlerinden başlayarak Osmanlı'nın son dönemlerine kadar İslâm tarihinde bulunabileceğini söyleyen Yanmaz, Medine'ye hicret edildikten sonraki aylarda Mekkeli muhacirler ile Medineli ensarın aile reislerinden bir şura oluşturulduğunu hatırlattı. Bu şuranın hazırladığı yirmi üç maddelik sözleşmenin daha sonra Medine'li Yahudileri, Hıristiyanları, müşrik Arapları ve çeşitli kabilelerle tüccarları kapsayarak elli iki maddeye çıkarıldığını anlatan Yanmaz, "Farklı halkların taleplerine cevap vermek üzere hazırlanan bu Medine Vesikası ilk İslâm Anayasası olması bakımından da önem arzetmektedir" dedi. Yanmaz, bu sözleşmede, "Herkes hiçbir baskı olmadan istediği dini inancı, siyasi ya da felsefi seçimi yapmakta özgürdür" gibi önemli maddeler yeraldığına da dikkat çekti.
Dinî değerlerin farklılıklarını kabulleniş ve bütün dinlerin temelini teşkil eden insan hayatını anlamanın, barışla birlikte küresel refaha da zemin hazırlayacağını söyleyen Yanmaz, Bediüzzaman'ın ifadesiyle 'ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalatını ef'alimizle izhar etmek'le dünya barışını sağlamamız gerektiğini vurguladı.
MİLLî FARKLILIĞIN HİKMETİ, DAYANIŞMA
Yöneticiliğini Nuran İşeri'nin yaptığı panelde, İstanbul Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği bölümü öğrencisi Tuba Karaoğlu, toplumsal barış açısından milliyetçiliği ele aldı. Allah katında tek üstünlüğün, takva, yani Allah korkusunda olduğuna dikkat çekerek konuşmasına başlayan Karaoğlu, Kur'ân-ı Kerim'de "Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık" denildiğini, Bediüzzaman'ın da bu ayeti, sosyal hayata dair münasebetleri bilmemiz ve dayanışma halinde olmamız için farklı milletlerde yaratıldığımız, şeklinde tefsir ettiğini anlattı.
Peygamber Efendimizin (asm) de "İslâmiyet, cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır" sözüyle ırkçılığın menfiliğine işaret ettiğini dile getiren Karaoğlu, "Bediüzzaman'a göre de milliyet fikri, İslâmiyete yardımcı olmalı, kale olmalı, zırh olmalı, fakat dinin yerine geçmemelidir. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet ve kardeşlik içinde bin kardeşlik vardır" şeklinde konuştu.
Medya ‘yansız’ kalarak çatıştırıyor
Eğitimci Nurdan Gökgöz ise medyanın toplumsal barışı nasıl etkilediğine değindi. Medyanın görevinin muhatabını haberdar etmek olduğunu açıklayarak konuşmasına başlayan Gökgöz, bugün medyanın sınırını aşarak yargıç olduğunu, insanların onurunu kırdığını, haysiyet ve şerefle oynadığını dile getirdi. Bugün hakim olan medyanın çatışmadan beslendiğini de söyleyen Gökgöz, "Medya tarafları ekranda canlı yayında kendince 'yansız' kalarak çatıştırırken 'sağduyu'yu temsil eden konumu kendisine ayırmaktadır" dedi.
Habercilerin, nefret söylemlerini kullanmamak, şiddeti teşvik etmemek, şiddetli eylemleri romantize etmemek, dili şahsiyetsizleştirmemek gibi sorumlulukları olduğunun altını çizen Gökgöz, "Bediüzzaman, 'Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı. Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri kalb-i umumi-yi müşterek-i milletten bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini vicdanınızdaki hissi diyanet ve niyet-i halise tazim etmeli' demektedir. Medyanın bu gerçekleri gözönüne alarak artık kendine çeki düzen vermesini temenni ediyorum" sözleriyle konuşmasını noktaladı.
Aile, çocuğu fert olarak görmeli
Marmara Üniversitesi Ekonometri Bölümü öğrencisi Nurgül Seçgin ise kuşak çatışmasıyla ilgili bir sunum yaptı. Kuşak çatışmasının genellikle gençlik dönemindeki fertlerle onların ebeveynleri arasında görüldüğünü anlatan Seçgin, empatinin bu konuda çok önemli olduğunu vurguladı. "Dikkat edilmesi gereken nokta, çocuğun bir fert olduğunu, onun da kendi düşüncesi, hakları, söz söyleme özgürlüğü, kişiliği olduğunu kabul etmek, gerektiğinde bir büyük gibi davranarak ondan özür dilemek, kişiliğinin oluşmasına yardımcı olmak gerektiğidir" diyen Seçgin, böylece gencin kendisine saygı duyulduğunu anlayacağını ve iletişim kanallarının açılmış olacağını söyledi. Bazı ailelerde, ebeveynin çocukları kendi misyonlarını devam ettirecek fertler gibi yetiştirme çabası içinde olması, gencin ise yepyeni misyonuyla hayata karşı farklı bir duruş sergilemesinin çatışma sebebi olduğuna dikkat çeken Seçgin, "Burada yapılması gereken, gence yolun nasıl çizileceğini gösterip kendi yolunu çizme özgürlüğünü tanımaktır" dedi. Seçgin, her iki tarafın da karşı tarafın durumunu algılama ve beklentileri konusunda saygılı olmaları gerektiğinin altını çizdi.
|