27 Mayıs 1960 ayaklanmasının yıldönümü münasebetiyle başladığımız askeri darbe mülahazalarına devam ediyoruz…
Anayasal düzenin, milli iradenin, hakkın hukukun canına okuyan askeri darbeleri meşru göstermek için diyorlar ki: “Anayasa ve İç Hizmet Kanunu bazı durumlarda ordunun yönetime el koymasına izin veriyor, hatta bunu icbar ediyor.”
Yok kardeşim öyle bir şey!
Anayasal düzenin sıkıntıya girdiği dönemlerde ordunun üzerine düşeni yapacağı yönündeki yasal düzenlemeleri, ordunun anayasal düzeni ortadan kaldırma hakkına sahip olduğu şeklinde yorumlamak genel geçer mantık kurallarını kurşuna dizmektir. Ordu başbakana bağlıdır ve anayasal düzeni korumak için ordunun yardımına ihtiyaç olup olmadığına –varsa nerede ve ne kadar ihtiyaç olduğuna- karar verecek olan da başbakandır. Bu konuda şüphe mi var? Öyleyse, kafa karıştıran yasal düzenlemeler değiştirilsin!
27 Mayıs 1960 darbesi gibi 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve bu “hiyerarşik” darbeyle gelen yönetimin uygulamaları da suçtur ve cezalandırılmalıdır. Ortada suç olmasaydı ve suçlular da suç işlediklerini bal gibi bilmeselerdi, o terör rejiminin hazırladığı anayasaya ‘Bu olağanüstü dönemde yapılan işler için hesap sorulamaz’ (‘Cuntanın suçları görmezden gelinecek’) mealinde bir hüküm konulur muydu? Yapılanlar meşru ise bu tedirginlik niye?
Bir de şöyle diyorlar: “Memlekette kan gövdeyi götürüyordu, siyasetçiler kanı durdurmak yerine birbirini yiyordu, 12 Eylül askeri darbesi kanı durdurarak milleti kurtarmıştır.” Hikâye! Kanı durdurmak için hükümetten hangi yetki istenmişti de alınamamıştı? 12 Eylül günü durdurulan kan 11 Eylül günü de durdurulamaz mıydı? Elbette durdurulabilirdi; ama cunta, “5000 kişinin ölmesini bekleyerek” darbe şartlarını olgunlaştırmayı tercih etmişti!
Sadece 12 Eylül döneminde işlenen suçlar için değil, 12 Eylül’e giden yoldaki provokasyonlar, sabotajlar veya en azından görevi ihmaller için de sorumlulardan hesap sorulmalıdır. Yetmez; bugün askeri darbe çığırtkanlığı yapanların, anayasal düzenin silah zoruyla değiştirilmesini savunarak veya olumlayarak suç olan bir fiili övenlerin de tepesine binilmeli, bu arada, bittabii, darbe teşebbüsünde bulundukları ileri sürülen muvazzaf ve emekli subaylar da doğru dürüst soruşturmalardan geçirilip icabında yargı önüne çıkarılmalıdır.
“Milletvekili dokunulmazlığı kalksın” diyorlar ya… Niye sadece milletvekili dokunulmazlığı kalksın? Zaten yaralı olan sivil otoriteye son darbeyi indirmek kolaylaşsın diye mi? Buyurun, bütün dokunulmazlıkları kaldıralım. Üst düzey sivil-asker bürokratların dokunulmazlığını da kaldıralım. Milletvekilinin görev süresi dolduğunda yakasına yakışmak serbest, ama bir generale emekli olduğu zaman bile kolay kolay dokunulamıyor. Halbuki, ordunun iç disipliniyle ilgili bir mesele olma özelliğinin ötesine geçen, kamuyu ilgilendiren, mesela anayasal düzene (demokrasiye, hukuk devletine) tehdit özelliği taşıyan veya bu yönde bir şüphe uyandıran hareketlere / hareket iddialarına sivil mahkemeler bakabilmeli ve isimleri darbe gibi söylentilere karışan subaylar hakkında behemehal soruşturma / dava açılabilmeli.
Siyasetçiler askeri darbe oldu, askeri darbe oluyor, askeri darbe olacak diye oturup ağlayamazlar. Hükümete ve anayasal düzene karşı silahlı ayaklanmaların önünü kesmek vazifeleridir. Kuvveden fiile çıkan ayaklanmaları bastırmak da vazifeleridir. Milletin seçtiği parlamenterler, milletin oylarıyla şekillenen hükümetler, milletten yetki isteyip yetki alan siyasetçiler / devlet adamları, milli iradenin namusunu ve şerefini korumak için gerekli tedbirleri almakla mükelleftirler. “Darbeye karar verilmişse yapılacak bir şey yok” anlayışı / teslimiyetçiliği asla kabul edilemez. Bu tür silahlı ayaklanmaların nasıl gerçekleştiğini, hangi araçlarla yapıldığını, nereden başlanarak yapıldığını ve bir ayaklanmanın tamam olması için asilerin kaşla göz arasında hangi mıntıkalara intikal etmeleri gerektiğini hepimiz bildiğimize göre, devletin, bu işe nasıl mani olacağını, dönmeye başlayan isyan çarkına nasıl çomak sokacağını, bu işi hangi araçlarla ve hangi elemanlarla yapacağını tespit etmesi zor olmasa gerek.
Evet; darbenin kuvveden fiile çıkmasının göze almaktan ve darbeyi bastırmaya azmetmekten söz ediyorum. Böyle bir ‘zihinsel dönüşüm’ siyaseti ve milleti özgürleştirecektir.
Yeni Şafak, 2 Haziran 2007
|