Acaba çok saf ve çok mu iyimserim? Doğrusu, bilemiyorum. Çünkü malûm, hangi yönde olursa olsun, genelde komplo teorilerine itibar etmiyorum.
Dolayısıyla da, şu an Kuzey Irak “seferberliği” (!) konusunda kulak zarı patlatarak çalınan “cenk davulları”nın bir kumpastan kaynaklandığı iddialarına inanmıyorum.
* * *
Oysa rivayet ediliyor ki, cihet-i askeriyenin “web muhtırası”; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı; ajitasyon “cumhuriyetçilik”inin miting silsilesi; Genelkurmay’ın Dışişlerine dört saat rötarlı “hava ihlál bildirimi” falan, bütün bunlar tesadüfi şeyler oluşturmuyor.
Aslında, ne yapıp yapıp iktidar partisinin önünü kesmek ve dolayısıyla da, tansiyonu tırmandırarak “yeni rota çizmek” hedefini güdüyor. Milimetrik bir senaryo uygulanıyor.
Zaten de hemen sonra ekleniyor ki, güney sınırlarımızın ötesine harekát düzenlenmesi için “metal fırtına” kuvvetinde estirilmekte olan “savaş rüzgárları”, 22 Temmuz oylaması öncesinde şovenist dalgayı daha çok körüklemek amacına yöneliktir.
Háttá bir de, seçim arifesindeki sondajların o rotaya uygun düşmemesi durumunda, “Irak’taki olağanüstülük”ü gerekçesiyle oylamanın ertelettirilebileceği dahi söyleniyor.
Her halükárda da, cumhurbaşkanını belirleyecek kasım ayına dek “Demokles kılıcı”nın; pardon pardon, iyi saatte olsunlar süngüsünün rejim üstünde sallanacağı tekrarlanıyor.
Fakat dediğim gibi, sağlı sollu; dinci laikçi; sivilci askerci bütün komplo teorilerine sonsuz ihtiyatla yaklaştığım için, ben bunları öyle fazla ciddiye almıyorum.
* * *
Neyse de, yukarıdaki yorumlar hayali veya değil ama şu gerçek göz çıkartıyor: Tá 27 Mayıs 1960 darbesinden beri apolet vesayeti altında olgunlaşmaya çalışan ve daima “acaba asker ne der” korkusuyla hop oturup, hop kalkan Türkiye demokrasisi, söz konusu vesayetten ve korkudan dolayı şimdi tekrar çok ciddi bir krize girdi.
Ordu kademesi tüm ulus için geçerlilik taşıyan Anayasa’nın kışladan içeri adım atamayacağını düşünüyor olmalı ki, kendisine misyon vehmettiği rejim bekçiliğini 27 Nisan “web muhtırası”yla sahiplenirken, yine TSK iç hizmetler yönetmeliğini çağrıştırdı.
“Kanunlarla kendisine verilmiş olan açık görevleri yerine getireceğini” duyurdu.
* * *
Oysa, ne açık, ne kapalı ve ne gizli, ne örtülü böyle bir kanun yok! Olamaz da! Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde tek bir kanun var ki, zaten bütün kanunların da “esas”ı olduğu için ona eski dilde “kanun-i esasi”, yeni dilde ise “anayasa” diyoruz.
Üstelik, bırakın demokrasileri, kimi “sosyalist legalite”, kimi “temel ilke” adı altında, totaliter, otoriter ve militer rejimler dahi, hiç olmazsa şekli bir yasallığa riayet ederler.
Eh iyi kötü, kör topal bile olsa ülkemiz yine de hukuk devleti ve çoğulcu sistem tercihi yaptığına göre, tabii ki Türkiye’de Anayasa’nın ötesinde bir yasa geçerlilik taşımaz.
Dolayısıyla da, o Anayasa’yı çiğneyen s-u-ç işlemiş olur ve nokta!
* * *
Şimdii, mademki hem yerel, hem de evrensel açıdan durum böyledir, o halde, ister kumpas kurulsun, ister kurulmasın, buradan itibaren tek bir d-i-k tavır söz konusudur:
Hukuku sahiplenerek onun sistemini işletmek ve kanunsuzlukla asla uzlaşmamak!
Geçmiş örnekler ortada, vesayetin insan onuruna ve korkunun ecele faydası yok!
Ve, eğer yasallığı hiçe sayacak güçler yine de çıkarsa, eh, ip koptuğu yerden kopar.
Ama, bugünkü Türkiye ve dünya konjonktüründe de artık son defa kopar.
Onu kopartacak gafiller değil yeni ip, sicim, halat, bir daha teğel ipliği bile bulamazlar.
Varsın komplo tezgáhlanıyor olsun, varsın olmasın, anayasal demokrasiyi bunların varlığı veya yokluğu fısıltılarıyla değil, yalnız ve yalnız i-l-k-e-s-e-l duruşla koruyacağız.
Hürriyet, 2 Haziran 2007
|