(...)27 Nisan’dan bu yana çok sayıda insanla dertleştim. Özgürlüğüne kıymet veren insanlarla... Daha önceki darbeleri yaşamış ve darbeler yemiş arkadaşlarımın, “global dünyanın vatandaşı” olmayan hazırlanan üniversiteli gençlerin, dişiyle tırnağıyla iş kurmaya çalışan genç girişimcilerin, samimi mesajlarıyla bana içini açan başörtülü kadın okurlarımın kendi hayatları için duydukları korkularını dinledim.
“Muhtırayı okuyunca ilk babam geldi aklıma” dedi emektar bir arkadaşım, “eğer bu defa da içeri girersem, babamı bir daha göremem. Ben çıkana kadar ölür bu defa...” İçim sızladı. “Ben artık bu defa gazeteciliği bırakırım; zaten atarlar ya, atmasalar da öyle hapis tehdidi altında şifreli yazılar yazmaya yüreğim dayanmaz artık; ama nasıl geçinirim, şu anda hiç bilmiyorum” Bu da bir gazeteci arkadaşımdı.
“Biliyor musun,” dedi bir başka dostum, - ki kendisi ne gizli örgüt üyesiydi, ne terörist; sadece bir STK’nın aktif üyesiydi ama darbenin kurbanı olacağına kesin gözüyle bakıyordu- “Tam oniki yıl taksit ödeyip bir kooperatif evi sahibi olduk. Bunlar 12 Mart’ta arananlardan bazılarını vatandaşlıktan çıkarıp mülklerine el koydular. Kocama dedim ki, ne olur ne olmaz, evi başkasının üstüne devredelim; hani yurtdışına kaçmak zorunda kalırsak eve el koyamasınlar. Günün birinde dönüp gelebilirsek başımızı sokacak bir yerimiz olur.”
“28 Şubat’ta eşimi YAŞ kararıyla ordudan attılar. Hala depresyonda evde oturuyor, eve ben bakıyorum. Başörtülüyüm, Belediye’de çalışıyorum, darbe olursa ben de atılırım. O zaman tek çaremiz kalır: Oğlanın üniversiteden ayrılıp çalışması. İnanın 27 Nisan’dan beri bunu düşündükçe ağlıyorum” Başörtülü bir kadın okurum böyle yazıyordu mesajında. En tüyler ürpertici mesajı ise Güneydoğu’da bir partinin il teşkilatında çalışan bir Kürt gencinden aldım:
“Daha şimdiden ‘Ne Mutlu Türküm Diyene” demeyen düşmandır dediler. Açık söylüyorum, eğer darbe olur da tutuklamaya gelirlerse intihar ederim. Ben 12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevinde çekilen işkenceleri dinleyerek büyüdüm. Ölürüm de girmem oraya.”
İşte size, darbe ihtimali karşısında hayatına ilişkin, geleceğine ilişkin bütün beklentileri tarumar olmuş insan portrelerinden küçücük bir demet... Dikkat ederseniz, Cumhuriyet mitinglerindeki kadınların “ya başımızı zorla örterlerse” korkuları gibi hayal mahsulü, temelsiz korkular değil bunlar. Olmuş şeylere, yaşanmışlıklara dayanan; son derece “yakın ve acil” bir tehlikeden kaynaklanan gerçek korkular... “Çağlayan’daki Kız”ın vehimleri bahane edilerek gerçekleştirilecek bir darbede, kimbilir kaç milyon insanın hayat tarzı, hatta bütün hayatı mahvolacak...
Çağdaş yaşam tarzını koruyoruz derken darbecilerin değirmenine su taşıyan “laikçi” dostlarımızın meseleye bir de bu açıdan; darbenin yok edeceği “hayat tarzları” açısından bakmasını istesek bir faydası olur mu acaba?
Bugün, 11 Nisan 2007
|