Bu Meclis’in, bu Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran AKP’nin cumhurbaşkanını seçebileceği konusunda genel bir mutabakatın olduğunu söylemek mümkün. Bazı gerçekler hoşumuza gitmeyebilir; ama bunlar yine de gerçektir ve bize bir şekilde kendilerini kabul ettirirler.
Sayın A.Necdet Sezer’e bu ülke insanları cumhurbaşkanı olması hasebiyle saygı gösterdi. Hoşlarına gitmese de bazı çevreler Abdullah Gül’e saygı göstereceklerdir. Kuralları belli bir maçın tam ortasında takımlardan birinin çıkıp “Ben bu kuralları tanımıyorum, kuralları değiştirelim ve oyuna devam edelim” demesinin nasıl mantıksal bir tarafı yoksa, Anayasa’da prosedürü ve işleyiş tarzı açıkça belirlenmiş cumhurbaşkanı seçimlerinde uyulacak kuralları değiştirmeye kalkışmanın da mantıksal tarafı yoktur.
Türkiye ile yakından ilgilenen dış dünya (ABD ve AB) seçimlerin belirlenmiş prosedüre uyularak yapılmasından yana. Abdullah Gül’ün adaylığı AB tarafından kabul gördü. Ülke içinde iş dünyası memnuniyetini dile getirdi, Genelkurmay Başkanı 22 Nisan’da anayasal noktalara vurgu yaparak kendilerinden “norm-dışı ve olağanüstü beklentiler” içine girilmemesi yönünde mesaj verdi.
Bütün bunlar CHP’nin ve bazı grupların kriz üretimine dayalı politikalarının hem içeride hem dışarıda istenmediğini gösteriyor. Ortada apaçık bir resim var: Seçmenin yüzde 80’i merkez-sağ ve sağ partilere oturmuş bulunuyor. Farklı partiler söz konusu olsa bile, bu büyük seçmen kitlesi Abdullah Gül’e sempatiyle bakıyor. Durum bu merkezde iken, kriz yaratma çabalarının akla getirdiği başka istifhamlar var: Mesela ilk saatlerde Deniz Baykal “olumlu mesajlar” vermişken, birkaç saat içinde CHP tutum değişikliğine gitti. Sanki “iyi saatte olsunlar” araya girdi, konsept değişti. Genel Başkan yerine başkan yardımcılarından biri, oylama günü Meclis’e gitmeyeceklerini söyledi ki, bu 102. madde gereği aslında suç teşkil eder: “TBMM toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır.” Meclis başkanı toplantıya çağırdığı halde -Meclis için cumhurbaşkanını seçmekten daha önemli ne olabilir- adayı boykot amacıyla bu çağrıya cevap vermemek mümkün mü? Bu, 367’den çok daha vahim değil mi?
Bu süreçte DYP ve Anavatan’ın durumu son derece kritik, çünkü belirleyici. Hatta DYP’nin Anavatan’tan daha belirleyici olduğunu söylemek mümkün. Bugüne kadar demokratikleşme sürecine sıklıkla vurgu yapan Mehmet Ağar’ın vereceği karar çok önemli. Çünkü mesele 4 milletvekiline sahip olmak değil, barajı aşacağı anlaşılan DYP’nin Anavatan’ı -belki BBP’yi de- yanına alıp yüzde 15-20’lere çıkma ihtimalinin her gün giderek yükselmesidir. Açıkçası Anavatan’ın DYP’ye olan ihtiyacı, DYP’nin Anavatan’a olan ihtiyacından hayli fazladır. Çünkü herkes biliyor ki, tek başına Anavatan taş çatlasa yüzde 5’i aşabilecek durumda değildir. Bu durumda Anavatan’ın 20 milletvekili biraz da Mehmet Ağar’ın tutumuna göre pozisyon belirlemek durumundadır.
Belki DYP’yi bu kadar yük altına sokmak haksızlık olur, ama siyasetin gerekli kıldığı rasyonaliteye göre, bu iki partinin CHP’ye paralel bir tutum belirleyemeyecekleri de açıktır. Yüzde 80’e oturmuş bulunan sağ seçmen içinde kendilerine ait önemli bir pay var; eğer AKP’yi CHP’nin önüne atacak olurlarsa bu AKP’ye ve MHP’ye yarar. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına sıcak bakan sağ seçmenin tümünün AKP’den tam memnun olduğunu düşünemeyiz. Bu gayrı memnunları AKP’ye itecek olan CHP paralelinde tutum izlemektir. CHP açıkça demokratik intihara doğru gidiyor; çatışma, gerilim ve umutsuzluktan başka bir şey vaat etmiyor. 4 Kasım seçimlerinden sonra Meclis’e girecek olan güçlü bir DYP, hem AKP’nin güç temerküzüne karşı demokratik bir denge ve dengeleme unsuru olacak, hem de AKP’nin tek başına almaya cesaret edemediği kararların alınmasında kilit rol oynayacaktır ki, bir sonraki seçim -belki de erken bir seçim- için bundan daha iyi bir yatırım olamaz.
Zaman, 26.4.2007
|