Doktorlar Hipokrat yemini ederler. Yani dil, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeden her hastaya en iyi biçimde bakacaklarına dair söz verirler.
Bir doktorun zenci ya da ne bileyim Çinli diye bir hastaya bakmamasını kabul edebilir misiniz? Öyle bir doktorun en hafif tabiriyle mesleğine ihanet ettiğini düşünmez misiniz?
Bugün 367’yi savunan... Yani Meclis’in, cumhurbaşkanını seçmek üzere yapacağı ilk toplantıda en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiğini öne süren hukuk hocaları da işte o doktorun durumundadır.
367’yi savunan siyasetçilere kızmıyorum. Çünkü onlar gerçeği kendilerine göre yorumlar. Hatta yalan bile söylerler.
Ama işi bilim olan... Yani bilimin ve hukukun ahlakına uymalarını beklediğimiz bazı hocaların, “367 gereklidir” demeleri, mesleklerine ihanettir.
Bunlar üniversitedeki öğrencilerine öyle mi öğrettiler? Hayır! Dediler ki:
1) “Çocuklar! Aman dikkat edin, “toplanma yeter sayısı” ile “karar alma yeter sayısını” birbirine karıştırmayın. Aksi halde gülünç duruma düşersiniz. Çünkü herhangi bir derneğe üye olan sokaktaki vatandaş dahi aradaki farkı gayet iyi bilir.”
Bir de şunu öğrettiler:
2) “Arkadaşlar! Kanun ‘seçmek’ amacıyla yapılır, ‘seçmemek’ için değil. Cumhurbaşkanlığına ilişkin Anayasa maddelerinin amacı da Çankaya’ya birisini seçmektir. Meclis’in üçte biri mızıkçılık ediyor diye cumhurbaşkanını seçmekten vazgeçilemez. Aksi halde bu durum, bir dahaki seçimde de tekrarlanabilir. Üçte bir oranında sandalyeye sahip, kriz yanlısı bir çılgınlar takımı, sistemi işlemez hale getirebilir. Sakın bunlara prim vermeyin.”
Durum bu...
Ama o da ne? Anlı şanlı kimi hocaların, bazı emekli hâkim ve yargıçların gözünü 367 bürümüş. Hukuku eğip bükerek değil, hunharca kırarak “ille de 367” diyorlar.
Peki böyle bir şey olabilir mi? Yani 27 Nisan Cuma günü yapılacak ilk turda, toplantıya 367’den daha az milletvekili katılırsa...
CHP de bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürürse... Anayasa Mahkemesi, “Evet 367 gereklidir” diyebilir mi?
Bilemem.
Ancak bildiğim iki şey var:
1) Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa Mahkemesi’nin 45’inci kuruluş yıldönümü nedeniyle Başkan Tülay Tuğcu’ya gönderdiği mesajda “Anayasa Mahkemesi, yasama ve yürütme organlarının oluşturduğu iktidar gücü karşısında denge rolü üstlenmektedir “ diyor.
“Denge rolü” hukuki değil siyasi bir kavramdır. Sadece Anayasa Mahkemesi’nin değil, hiçbir mahkemenin “denge rolü” yoktur. Mahkeme bir vakayı “teknik” açıdan inceleyip karara bağlar.
Aynı hakemler gibi: Bir mahkemenin “denge rolü” üstlenmesi, bir hakemin 3 gol yiyen takım lehine havadan penaltılar vererek, skoru eşitlemesine benzer.
Sezer satır arasında, “AKP çok güçleniyor, Anayasa Mahkemesi olarak buna izin vermeyin” demekte.
2) Şimdiki Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini tenzih ederim ama bu kurumun 45 yıllık mazisinde az da olsa kara sayfalar maalesef vardır.
Bakın Anayasa uzmanı, Doç. Zühtü Arslan ne diyor: “12 Eylül 1980 darbesinden sonra, ortada fiilen bir anayasa olmamasına rağmen, bu mahkeme çalışmalarına devam etmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından, kurulduktan hemen sonra, Yüksek Adalet Divanı’nın kararlarını ve 27 Mayıs’ı eleştirmeyi yasaklayan kanunun Anayasa’ya uygun olduğunu ilan etmiştir.”
Tarihimizdeki bu olumsuz örnekleri hatırlayınca... Ayrıca mevcut Cumhurbaşkanı da giderayak ‘teşvik’ edici sözler sarf edince... İnsan bir yandan ‘Yok canım mümkün değil’ diyor, öte yandan da tedirgin oluyor.
Sabah, 26.4.2007
|