Dergi haberciliğinin pastadan kız çıkarır gibi, haberden cinsellik çıkardığı, magazin kapaklı o eski tiraj stratejisi; son dönemde azalmış, hele Nokta’yla tamamen noktalanıyordu oysa.
Haftalık bir haber dergisinin sansasyon yapmadan, dekupeli, imalı, kışkırtıcı kadın resmi kullanmadan, ‘numara yapmadan’ satıp satmayacağı sorusuna olumlu cevap vermeye hazırlanıyordu oysa…
Gay trendleri ya da İslamcı+cinsellik dosyalarından değil, “ne anlatıp da şaşırtırım”, “ne yapar eder, biçimbozarım” mantığından değil, “gazetelerin gündelik hengamesi arasında buharlaşan hangi gerçeği yakalarım”ın izini sürmekten yana olan dergicilik anlayışının taşlarını -yıllar sonra yeniden- üst üste koyuyordu oysa…
Nokta Dergisi, yayınına nokta koydu.
Bütün bunlar neden oldu? Tersinden ‘andıç’ haberinin, yani Genelkurmay’a akredite olan ve olmayan gazeteciler listesinin yayınlanması, ardından şimdilerde Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başında duran, ‘Laiklik elden gidiyor’ mitingleri falan düzenlemek gibi aktivitelerle iştigal eden emekli Orgeneral Şener Eruygur ile emekli Oramiral Özden Örnek’in 2004’te görev başındayken planladığı ama, Genelkurmay Başkanı Özkök’ün sağduyulu problem yönetimiyle hayata geçiremediği darbe günlüklerinin yayınlanmasından sonra…
Hemen ardından çalışanların duvara hizalandırıldığı baskın geldi. İmtiyaz sahibinin adresini açıklamadığı ‘baskılar’ sebebiyle kapatmaya karar verdiği haberi de, onu takip etti. Süperpoligon sitesi de birkaç gün önce, derginin Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’e, Özden Örnek’e basın yoluyla alenen “hakaret” ve “iftira” edildiği iddiasıyla, 6 yıl 8 aya kadar hapis istemiyle dava açıldığı haberini verdi.
Örnek’in avukatının dava açmasında yadırgatıcı bir taraf yok; memlekette bir depreme sebep olması gereken belgelere değil de, bu belgeleri yayınlayanlara karşı pozisyon alan ve bu dolaylı yolla günlük sahibinin temize çıkmasına sebep olan bu kadar çok kişi varken, avukatın kalkıp ‘müvekkilime hakaret edilmiş, iftira atılmıştır’ diyerek soluğu mahkemede alması, normalleşebilir, gösterişli bir hak arayışına dönüşebilir.
“Nasıl yani, darbe günlüğü tuttuğu iddia edilen de, gazeteciyi mahkemeye veren de aynı kişi” demeyin, ‘çoğunluğun tiranlığı’ diyesi John Stuart Mill’e selam ederek, asıl tiranlığın çoğunluğun sessizliğinden kaynaklandığını bilin, geçin.
Savcılığın, dönemin Genelkurmay Başkanı bu tertibi reddetmediği, Dışişleri Bakanı ‘bu planla ilgili bilgimiz vardı’ dediği halde, darbe günlüklerine değil de, suçu faş edene gösterdiği ‘senin dilin fazla dönüyor’ tavrı da kabul edilemez olmasına rağmen bir yere kadar anlaşılır, çünkü bu işler bu ülkede gerektiği zaman böyle döner. Kimilerinin kanındaki militarizm seviyesi, demokrasi oranını aştığında, hukuk sözkonusu olduğunda dahi böyle yalpalamalar vakidir.
Gelgelelim, rögara düşen çocuk ya da okul önlerine düşen uyuşturucu satışı konusunda başarıyla yerine getirdiği ‘kolektif vicdanı temsil’ görevini bu tür konularda ihmal eden ve konjonktür böylesini gerektirdiği anda hemen otomatik pilota geçerek ‘üç maymun’a başlayan medyaya hiçbir hafifletici sebep bulamıyor insan. Andıç ve darbe günlükleri ortaya saçılır saçılmaz başlayan “TSK’yı yıpratmayalım” kampanyasından bahsediyorum.
Kendi çalıp kendi söyleyen, yetkisiz ve etkisiz birkaç basın etik kuruluşunun kınaması da medyayı temize çekmiyor. Bilakis o kurumların yönetimindeki koca koca isimlerin her gün yazı yazdıkları büyük gazeteler konuya sessiz kaldıkça, o sözler gülünçleşiyor, o kınamalar karikatürleşiyor.
Oysa, ana akım medya Nokta’nın iddialarının üstünü örtmek yerine merak etseydi, bu iddialar ortaya çıkarılıp gereken incelemeler yapılır, ordunun şaibe paratoneri olarak tarihe geçerdi. Yıpranan da TSK falan değil, darbecilerin itibarı olurdu. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başına geçerek kursağında kalmış hevesini bu kez ‘sivil’ olarak, ‘sivil’ STK metotlarıyla ikame etmek isteyenler için de iyi bir ‘demokrasi’ dersi.
Oysa, üç maymunculuk, muhabir heyecanıyla yaşayan az sayıdaki basın kuruluşlarından birinin yeni başlamış hayatına malolduğu gibi, medyanın “kolektif vicdan temsiliyeti”ni de işine geldiği gibi, işine geldiği zamanlarda üstlendiğini bir kez daha kanıtladı. Gerçeklerin ortaya çıkmaması da cabası…
“Gerçekleri ortaya çıkarmak, üç beş baldırı çıplak gazeteciye mi kaldı” mı diyorsunuz yoksa? Böyle düşünüyorsanız bile, çekinmeyin, korkmayın.. Siz çoksunuz.. Sessiz çoğunluğun kendi küçük, egosu büyük tiranısınız. Size kimse dokunamaz, merak etmeyin…
Yeni Şafak, 24.4.2004
|