Cumhurbaşkanı’nın Harp Akademileri’nde yaptığı konuşma metninde altı çizilmedik satır bırakmamışım... Satırların sağına soluna iliştirdiğim ünlem ve soru işaretleri de cabası... Ancak bu işaretli yerler arasında üç yer var ki, buralara -şimdi tam da çözemediğim- bir şeyler de karalamışım.
Konuşmanın bu bölümlerinden ilki şu:
“Türkiye’de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır.”
Bu cümlenin yanı başına düştüğüm nottan sadece “Aşkolsun!” sözcüğünü seçebiliyorum.
Evet gerçekten de “aşkolsun”.
Demek ki ülke 80 yılı aşkın tarihi göz önüne alındığında en kötü günlerini yaşıyor... Demek ki geride kalan 80 yılda olup bitenler (en başta 25 yıl süren bir Tek Parti ) “bugün”e kıyasla ülkenin nostalji ile hatırlanacak sayfalarıdır... “Ekonomi”yi, yani bugüne kıyasla arkada bıraktığımız o müthiş yoksulluğu hatırlatmıyorum bile. (Biliyorsunuz bu işler de “siyasal rejim”siz olmuyor.) Bu sözlerde benim hiç mi hiç hoşlanmadığım taraf, Cumhurbaşkanı’nın halkına hitap ederken seçtiği-benimsediği “otoriter” dil-üslûptur. Bir halkın geleceğe yönelik umut, arzu ve beklentileri “yakın tarih”i hiç dikkate almayan bir hüküm ile kolayca harcanacak türden şeyler midir? Bir toplumun bugünü ve yarınına ilişkin umutları, arzuları, beklentileri bu derece “otoriter” bir dil-üslûp ile “kastre” edilmeye çalışılması hoş görülebilir mi? Bir vatandaşlar topluluğu cumhurbaşkanları tarafından peş peşe sıralanan “korkular”la bugün ve geleceğe yönelik bu derece umutsuz, arzusuz ve beklentisiz bırakılabilir mi?
Konuşmanın yanına not düştüğüm ikinci bölümü ise şu:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli, ilkeler ve değerler bütünü olan Atatürkçülük ideolojisine dayanmaktadır.” Düştüğüm nottan seçebildiklerim: “Bu bana bir zamanlar duvarın arkasındayken bugün artık ‘duvarın altında’ kalmış bir sistemi hatırlatıyor...”
Üçüncü bölüm: “Temelinde Atatürk ilke ve devrimleri bulunan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ideolojisi, tüm yurttaşların taraf olması gereken bir Devlet ideolojisidir.”
Bir bölümünü çözebildiğim “derkenar”dan:
“Ne acı. Bir dönem Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak da görev yapan bir Cumhurbaşkanı’nın ‘Devlet ideolojisi’nden (nedense ‘D’ büyük harf) söz edebilmesi ne acı... Bu ifadeyi kullanan bir başka cumhurbaşkanı kaldı mı günümüzde? (Tabii ki demokrasilerden söz ediyoruz.) Anayasa Hukuku’nun böyle bir “ideoloji”ye işaret edebilmesi mümkün mü günümüzde?
Konuşmanın nasıl bir “Tarih” anlayışının ifadesi olduğunu da söyleyeyim: Cumhurbaşkanının konuşması bizi “döngüsel” bir zaman ve tarih anlayışını kabule davet ediyor. Yani bugüne ve özellikle “geleceğe” kapalı, geçmişin özlemiyle yanıp tutuşan ve “oradan geldik orada kalacağız” diyen bir tür döngüsel zaman ve tarihe çağrı bu...
Şimdi de gelelim “sonuncu yanlış”a.
Cumhurbaşkanı Sezer’in 23 Nisan konuşmasından:
“Ve yine O’nun (Atatürk’ün-K.B.) anlatımıyla ‘Türk milleti mukadderatını Büyük Millet Meclisi’nin kifayetli ve vatanperver eline tevdi ettiği günden itibaren karanlıkları sıyırıp kaldırmış ve ümitle istikbale yönelmiştir.’Bugün de, TBMM, O’nun yüce kişiliği ve devrimlerine layık olduğunu kanıtlamak zorundadır.”
İki satır yukarıda özetlemeye çalıştığım bir “zaman ve tarih” anlayışında ısrar eden büyük bir yanlış daha...
Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerini bir gazete bakın ne güzel tercüme etmiş: “Cumhurbaşkanı’ndan Meclis’e: Atatürk’e bağlılığını kanıtla!”
Bu taze yanlışı da şöyle değerlendireyim: Bir kere her şeyden önce, resmi açıklamalarda Atatürk’ten “Yüce Atatürk” (ya da eski dili tercih edenlerce söylendiği gibi “Ulu Atatürk”) diye söz etmekten bir an önce vazgeçilmelidir. Çünkü bu türden hitaplar demokrasinin terminolojisine yabancıdır. Eğer hemen her şey önce bir terminoloji meselesi ise, bundan vazgeçilmelidir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı (ve de diğerleri) eğer “laiklik” ya da “sekülarizm” konusunda samimi ise, kendisine önce “kutsal”dan arınmış bir politik dil yaratmak zorundadır. Mevcut terminoloji içinde kalarak ne demokrasi ne de cumhuriyet mümkündür.
Meclis’e yönelik “O’nun yüce kişiliği ve devrimlerine layık olduğunu kanıtlamak zorundasın” uyarısına gelince: Bu sözler demokrat ve cumhuriyetçiler açısından o derece inciticidir ki, böyle yanlışlarla ancak “monarşik cumhuriyet”te karşılaşılabilir.
Yeni Şafak, 24.4.2007
|