Herkesin gözünü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine diktiği bir sırada, o seçim sonuçları dahil, birçok şeyi anlamsız hale getirecek şeyler oluyor Türkiye’de.
Bazı kurumların el değiştirmesi statükonun değiştiği anlamına gelmiyor tek başına. Statüko, değişen koşullara rağmen gücünü muhafaza etmek üzere harekete geçmiş görünüyor. Bir kesim, cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin değişmez gerçekleri, değişmez dengeleri bulunduğunu, “iyi çocukların dokunulmazlıklarının” bu gerçeklerden en birincisi olduğunu dosta düşmana gösterme peşinde.
Düşünün ki, ülkenin başbakanı, meclis başkanı, yasama organı, Nokta’nın yayınıyla ortaya çıkan iddiaların soruşturulmasını istiyor, ama yürütmenin en üst düzeyinden gelen bu talep bile kaale alınmadan, askeri savcılık Nokta’nın haberini değil, kendisini soruşturuyor. Yani yargı başbakanı değil, Genelkurmay başkanını dinliyor; bir anlamda sivil iradeye ve TBMM’ye meydan okumuşoluyor. Ve sonunda kim bilir ne ağır baskılar altında kalan derginin sahibi, kapatma kararı almak zorunda kalıyor.
Denilebilir ki, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin gidişatını Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu değil, Nokta olayında ortaya çıkan tablo belirliyor. Nokta’nın sindirilmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında da eski gücünü korumak isteyen çevrelerin hukuka, siyasete ve kamuoyuna meydan okuyuşudur; sivil topluma haddini bildirme ve hizaya getirme operasyonudur. “Boşuna hayal kurmayın” diyorlar bize... “Her şey değişse bile, bizim gücümüz, bizim pozisyonumuz, bizim dokunulmazlığımız değişmez...” Sonra da şaşırıyorlar, “neden askere bu kadar takıyorsunuz” diye... Biz askere takmak istemiyoruz ama kimi askerler demokrasiye öylesine takmış ki, onların ayağına takılmadan demokrasinin yakınlarına ulaşmak bile mümkün olamıyor bu ülkede.
***
Evet, yeniden dirilişine sevinemeden boğdular Nokta’yı... Böyle durumlarda genellikle yanlış bir duygu sarar ortalığı. (Yanlış duygu lafına takılan okurlarım için not: Evet, duygunun da yanlışı olur ama bu başka bir yazının konusu) Olayın asıl mağduru karıştırılır. Sanılır ki, baskıya uğrayan, işlerinden olan gazeteciler olayın asıl mağdurudur. Onlar için üzülünür, onlara destek verilmeye çalışılır. Oysa asıl mağdur okurdur. Kulakları tıkanan, bilme hakkı elinden alınan okur...
Alper Görmüş’le uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz var. Onu iyi tanırım. Doğru bildiği tarzda gazetecilik yapma imkanı varsa yapar, yoksa da umurunda değildir; gider yıllardır hayalini kurduğu köy evine çekilir; okur, yazar, çevirir, bir şekilde kendini gerçekleştirmeyi ve mutlu olmayı becerir. Ama okurun kayıplarını telafi etmesi öyle kolay değil. Arkasından çevrilen darbe dolaplarını; sivil toplum kuruluşu belledikleri kimi örgütlerin güdümlü paramiliter örgütler olduğunu öğrenebilmek için, yeni bir yayın organının doğması, yine yürekli bazı insanların ortaya çıkması için belki de yıllarca beklemesi gerekecek.
Dolayısıyla ben, Nokta’nın kapatılması nedeniyle asıl Noktacılar’a değil, okurlara geçmiş olsun, diyorum. Dilerim tez elden bu boşluğu dolduracak yeni yürekli insanlara kavuşursunuz ve kim bilir, belki de bu boşlukta kaybettiğiniz şeyin değerini daha iyi anlar, bundan sonra yükselecek olan yeni özgürlükçü seslere daha güçlü sahip çıkmayı, onları gözünüz gibi korumayı da daha iyi becerirsiniz.
Bugün, 22.4.2007
|