Yazımın başlığını İngilizce attım.
Kelimenin Türkçe karşılığı, bir insanı kişisel özellikleri nedeniyle değil, bir gruba ait olması nedeniyle yargılama, hakkında hüküm verme ve dışlama anlamına geliyor.
Yani bir insanı ahlaki değerleri, eğitimi, sosyal sorumluluk duygusuna göre değil, derisinin rengine, giysisinin çeşidine göre değerlendirip dışlamak şeklinde özetleyebiliriz.
Amerika’da Afrika kökenli insanların sırf derilerinin rengi nedeniyle böyle bir muameleye tabi tutulması “discrimination” a en çarpıcı örnektir.
Türkiye’de de insanlar giysileri nedeniyle böyle bir muameleye tabi tutulmuştur ve tutulmaya devam etmektedir.
Kişisel olarak ben de kendim gibi giyinen, davranan, aynı tip yerlere giden insanlarla birlikte olmayı tercih edebilirim.
Ama benim bu beğeni tarzım, başka insanların nasıl giyineceği, davranacağı ve yiyip içeceği konusunda temel bir nirengi noktası olmaz.
Tıpkı onların benim yaşam tarzına müdahalesini kabul etmeyeceğim gibi, ben de kendimde başkalarının giyimine, kuşamına müdahale hakkı bulmam.
Burada temel olan herkesin birbirinin yaşam tarzına saygı duyması, bir arada yaşamayı içine sindirmesidir.
Daha önce de yazmıştım. İnsanları düşüncelerine göre değil, davranışlarına göre yargılama kararına vardığımı.
O açıdan benim için önemli olan herkesin birbirinin yaşam hakkına, diline, etnik kökenine saygı duymasıdır.
Benim İzmirli, laik, demokrat olmam başka insanlara rahatsızlık vermemeli.
Ben de şiddete, zorlamaya başvurmadığı sürece başkalarının özel kimliklerinden rahatsızlık duymam.
Bu satırları okuyan insanların bir bölümü benim bu yaklaşımımdan rahatsızlık duyabilir, duymaları da doğaldır.
Çünkü Türkiye’de insanlar doğal bir dışlama duygusu içinde yetiştiriliyor.
Bir insanın cumhuriyete, laik sisteme, çoğulculuğa saygısını beyniyle değil de, giysisiyle, ibadet şekliyle değerlendirdiğimiz sürece, başkalarına da benzer bir hak tanımış oluyoruz.
Bu tip yaklaşımlar sonucu biz de “öteki” saydığımız insanların bizi yok sayma duygusu içinde olduğunu veri kabul ediyoruz.
Belki de böyledir.
Ama benim elimde bir beyin okuma makinesi yok ve ben insanları derisinin rengi, kıyafeti gibi değerlendirmelerle yargılamaktan yoruldum.
Dediğim gibi, ideal olan herkesin benim gibi düşünmesi, yaşaması, eğlenmesi ve benimle aynı değerlere sahip olmasıdır.
Ama hayatın gerçekliği böyle değildir. Bu ülkede yıllardır başörtülü insanlar var.
Bu ülkede yıllardır Kürtler var.
Bu ülkede yıllardır sayıları az da olsa ataeistler var.
Bunlar bu ülkenin gerçeği.
Benim tercihim bu insanları barış içinde yaşatacak bir sosyal projenin gerçekleşmesine katkıda bulunmak.
Çünkü kimsenin elinde sihirli bir değnek olmadığnı biliyorum, “yok ol” denilince yok olacak bir gerçeklik değil bu.
Evet tercihim laik, demokratik, cumhuriyetten yana.
Ama bu tercih benim ırkçı, baskıcı, yok sayıcı bir modeli desteklememi gerekli kılmıyor.
Bir çıkar sisteminin peşinde değilim, bir sosyal barış projesinin peşindeyim.
Sabah, 18.4.2007
|