Alper Görmüş ile Nokta Dergisi gerçek haberciliğin izini süren ve birbiri ardına güzel dosyalar ‘patlatan’ bir dergi haline gelmişti, fakat heyhat! Hiçbir başarı cezasız kalmaz ve Emerson der ki, “bize bir şey vermiş olanı hiçbir zaman tam olarak bağışlayamayız”.
Nitekim asker, Nokta’nın haberiyle kendisine verilmiş olan fırsatı, az bir bedel ile büyük bir yıpranmadan korunma şansını, bağışlamamıştır.
Şöyle açıklayalım, TSK içinde her dem darbe yapmaya hazır, milli iradenin ibresi ne zaman yeşile kaysa müdahale düşleri görmeye teşne unsurlar olduğu artık anlama engelli olmayan herkesin malumudur. Ne yazık ki, acı gerçek, bu çok ciddi suç karşısında yalama olmuş olduğumuzdur. İtiraf edeyim, benim gibi karamsarlar ve militer demokraside yaşadığını teorik olarak değilse bile fiilen içselleştirmiş olan milyonlar için asıl ilginç olan günlüklerin alt metniydi. Yani, Deniz ve Kara Kuvvetleri komutanlarının zaman içinde darbe fikrinden nasıl uzaklaştıklarını, darbe yapılmaması için Hava ve Jandarma komutanlarını nasıl ikna etmeye çalıştıklarını içeren bölümlerdi.
‘Bir taraftan İslamiyet’in günün şartlarını karşılamadığından, reform geçirmesi gerektiğinden bahsederken, diğer taraftan sanki Atatürkçülük ilelebet yaşayacakmış gibi davranıp ilkelerini tartışmaya dahi açmıyoruz. Tabii o zaman bu ilkeler bir yol gösterici olmaktan öteye dogma haline geliyor.’
Ya da şu cümleler: ‘Ordu içinde biz kendimizi çok önemsiyoruz ve sivilleri küçümsüyoruz. Sivillerin yurt sevgisi eksiktir. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi yararlar için hareket ederler. Onlar tembeldirler. TSK’daki herkes çok çalışır ve fedakâr oldukları için de her şeye layıktırlar diye düşünüyoruz. Bu düşünceyle nereye varılabilir?’
Bu cümleleri askerin derinlere gömdüğü küçük gizli demokratın gözyaşları olarak görmüştüm. Bu cümleler o devasa egodan, ‘o apoletler ki şehadeti yüceliğimin temeli’ türü bir psikolojiden ‘her şeye rağmen’ süzülebilenlerdi. Ve açıkçası, askeri bir blok olarak düşünen ve onu kendisini sorgulayamayan bir bütün olarak gören demokrat vicdana önkabullerini yeniden tartmak için ideal bir zemin sunabilirdi. Bu fırsat yitirilmiştir.
Özden Örnek, ‘tuttum, ama sildim’ dediği günlüklerinin ardında durmak yerine suç duyurusunda bulunmuş, askerî savcının izniyle polis dergiyi basmıştır. TSK’yı yıpratan ve halkı askerlikten soğutan bu ve bunun gibi ‘baskın basanındır’ sicilidir oysa. Ve ne yazık ki halkı sivillikten soğutmak diye bir suç kategorisi yoktur.
Günlüğün özeleştirel ifadelerinden de anlaşılacağı gibi sivil olmak eksik olmakla aynı varlık kategorisine iliştirilmiş bir kavramdır. Bu eksiklik duygusunun tezahürünü, günlüğün en atılgan siması olarak tebarüz etmiş Eruygur’un ve müridinin önderlik ettiği 14 Nisan mitinginde gördük. Sivilin alabildiğine değersizleştirildiği, başı boş, her an vatanı satabilecek, kendisi gibi olmayanların yaptığı seçimden nedamet getirmesi gereken, çünkü aslında hiçbir zaman doğru seçim yapamayan zavallı bir yaratık olarak kodlandığı bir manzumede, kendisine ‘kurban’ rolü verilmiş sivillerin kendisini varlık düzeyleri içinde en ‘aşkın’ mertebede tasavvur eden asker kökenli emeklilerin kurgularına eklemlenmesi pek de şaşırtıcı değil. ‘Sivil toplum hareketi’ olarak ifadelendirilmesi ise ‘oxymoron’ terimine karşılık gelen bir hal.
Emekli askerlerimiz içlerine işletilmiş kurtarıcı kahraman rolünü ‘demokratik yöntemlere’ transfer ederek çok daha başarılı olunduğunu tecrübe etmiş bulunuyorlar. Öyle ya, kendi dengini ikna etmek o kadar kolay değil; ama ontolojik olarak daha aşağıda olduğunu, ‘sivil yaratıldığını’ ve bulunduğu varlık düzeyini kabullenen kitleleri ikna etmek daha kolay. Bir hortlak icat edersin, bir şeytan; şimşek çakar, rüzgar pencereden içeri dolar, bahçede ölü bir karga bulunur (Tuzla ve Eyüp belediyeleri tuhaf broşürler basarlar sözgelimi); deliller tamamdır; toplu bir exorcism ayini için gereken tüm şartlar oluşmuş olur.
Denemeyen ‘sivil’ olsundur.
Zaman, 18.4.2007
|