Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Darbe olmadı, baskın da olmasın

Türkiye, 1999 tarihinde AB adaylık statüsünün kabul edilmesinden sonra 17 Aralık 2004 tarihine kadar artan bir ivmeyle demokratikleşme süreci yaşadı. 2004 sonrasında müzakere tarihinin alınmasıyla beraber, AB içerisinde İslam’a, Türkiye’ye yönelik menfi kamuoyu baskısı ve Kıbrıs meselesinde AB’nin verdiği sözleri yerine getirmemesi üzerine, Türkiye’de de AB ve demokratikleşme istikametindeki iradenin tavsamaya başladığı görüldü. AK Parti hükümetinin PKK terörünün de beslediği AB karşıtı bir perspektif taşıyan yükselen milliyetçi dalga karşısında tereddüt geçirmesi, anti-demokratik çevreleri teşvik etti.

TCK’nın 301. maddesinde etrafında gelişen “sivil harekatçıların” yıldırma eylemleri, Danıştay Baskını, Şemdinli olayları ve Hrant Dink’in katledilmesi, toplumsal gerilim hatlarının kırılması teşebbüsleriyle yürütülen bir “özel harp” harekâtına dönüştü. Şemdinli iddianamesini hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya’nın Genelkurmay’dan gelen sert açıklamalardan sonra, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten men edilmesiyle özel harp operasyonlarının ancak yakalanabilen unsurlarının yargılanabileceği, onları sevk ve idare edenlerin “dokunulmaz” oldukları, yargı organlarına gösterilmiş oldu. Şemdinli olaylarında soruşturmayı sonuna kadar götüreceğiz diyen yürütme ve Şemdinli olaylarını soruşturma komisyonu oluşturan yasama organı da bu şekilde yargının hizasına getirilerek, “iyi çocuklara” dokunulamayacağı söylenmiş oldu. Ancak burada anlatılanların, ilk elde akla geldiği şekilde ne ölçüde merkezi bir iradenin kararıyla hayata geçtiği tartışmalıdır.

DOKUNULMAZ KAST

Buradaki “dokunulmazlık ve iyi çocuk olma hali”, bir emrin yerine getirilmesinden değil, bir kastın mensubu olmaktan kaynaklanmaktadır. Bu kastın içinde, bazen birbirlerinin canına da kasteden hiziplere ve cuntalara rağmen, bu hesabın görülmesi yasama, yürütme ve yargıya bırakılmamakta, bunun da ötesinde dışarıdan müdahaleye sert tepki gösterilmektedir. Bir kasta mensup olmanın raconu, işte budur. Bu noktada, henüz hizaya getirilemeyen basın ve sivil toplum kuruluşları devreye girmektedir. Henüz hizaya getirilemeyen, işbirliği yapılabilecek evsafa gelmeyen sivil toplum kuruluşları ve basın, bu kastın içindeki hesaplaşmanın sonucunu beklemeyi reddederek, işin en azından haber değeri olan yönüyle ilgilenmektedir. Haftalık Nokta Dergisi, bu bağlamda son birkaç haftadır, hikayenin çok önemli birkaç veçhesini haber konusu yaptı. İlk haberinde Genelkurmay’ın basını değerlendirdiği bir “andıç”ını yayınladı ki, bu andıç medyanın hizalanmasına yönelik bir operasyon hazırlığını ele vermekteydi. Nokta’nın ikinci fevkalade haber dosyası, Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde hazırlanan iki darbe teşebbüsünü ayrıntılarıyla anlatmaktaydı. Bu dosya, bilhassa bu teşebbüslerde rol aldığı ortaya çıkan bir takım emekli generallerin bugün içinde yer aldıkları yeni teşebbüsleri akamete uğratmasının yanında, mevcut komuta kademesinden rahatsız olan bir hizbin varlığını açık ettiği için, ordu içindeki mücadeleyi kaybedenler kadar kazananları da rahatsız etmiş olmalı. Nokta dergisinin rahatsızlık yaratan üçüncü haberi, Genelkurmay Başkanlığı’nın işbirliği yaptığı “yararlı dernekler” uygulaması üzerinedir.

Bu haberlerin yayınlanmasından sonra, çok ciddi tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar, Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin ve anti-demokratik odakların darbe teşebbüsünden Hrant Dink cinayetine kadar bir çok eylemin hâlâ Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında ortaya çıkacak güç dengesine kadar tehir edilmiş bir kararsızlık halesi içinde bulunduğunu gösteriyor. Yasama ve yürütme, bu haberlerde görülen gerçekleri tasvip etmediğini ve hatta savcıların bu iddiaları araştırması gerektiğini TBMM Başkanı ve Başbakan düzeyinde açıklamak ihtiyacını hissederken, bu haberlerde ortaya çıkan hukuk ihlalini yapan ve demokrasiyi tehdit edenlerin değil, haberi yapanların yargılanıyor olması sivil iradeye ve TBMM’ye meydan okuma anlamına gelmektedir. Yargının sessizliği, Başbakan’ı değil Genelkurmay Başkanı’nı dinlemesi ve işin askeri yargıya havale edilmesi, Şemdinli olaylarındaki tereddüdün veya pazarlığın maliyetini ortaya çıkarıyor.

BASKIN MİLAT OLABİLİR Mİ?

AK Parti’nin 2004 sonrası Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolayısıyla sergilediği anlaşılan devletlu tavır, bugünkü güç dengesinin yolunu açmıştır. Şimdi bu haberler karşısında takınılan tavırlar, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası güçlerini muhafaza etmek yahut arttırmak isteyen çevrelerin mücadelesidir. Nokta Dergisi’ne yapılan baskın, bu bakımdan fevkalade önemli bir kırılmaya işaret etmektedir. DTP üzerinde bir süredir artan baskılar, şimdi İstanbul’da herkesin gözü önünde Nokta örneğinde basına yöneltilerek, hem tam anlamıyla hizalanamayan basın ve sivil toplum kuruluşlarına “anlaşılabilir netlikte” bir mesaj verilmekte, hem de yasama, yürütme ve yargıdaki yeniden demokratikleşme iradesi sindirilmek istenmektedir. Evet artık darbe olmamakta, ancak baskı ve baskınlar hâlâ olabilmektedir. Önümüzdeki sene 100. yılını idrak edecek olan 23 Temmuz 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’i kutlamak üzere, 31 Ağustos 1908’de Milas’da yapılan törende sonradan Meclis Başkanı olacak Halil Menteşe’nin yaptığı konuşma, bugün Türkiye demokrasisi ve basın özgürlüğü bahsinde hâlâ bir ufuk olarak önünde durmaktadır:

“Kanun-u Esasi nedir? Bize ne bahşediyor, diyeceksiniz. Kanun-u Esasi millete hukukunu veriyor. Vazifesini tayin ediyor. Vergi ve aşar vesaire namı altında hükümete verdiği paraların toplanması ve sarf suretini tahkik etmek selahiyetini veriyor. Ahali bu işleri görecek adamlarını, vekillerini kanun-u mahsusunda gösterildiği veçhile intihab edecek. Vekillerinizin mezuniyet vermediği paralar sarf edilmeyecek. Hırsızların, mürtekiplerin, alçakların soya soya, çeke çeke dibini kuruttukları keseleri doldurmak için ıslahat yapılacak. Boş keseler dolacak, çıplak vücutlar örtülecektir. Zira devletin asıl hazinesi, milletin kesesidir. Hiçbir memur ammenin işini görmek için rüşvet vesair suretle para alamayacak; kanun dairesinde işinizi görmeye mecbur olacaktır. Alan olursa serbesti matbuat ilan edildiğinden gazetelerle yazılacaktır. Çünkü gazeteler bundan böyle adab-ı umumiyeye dokunmayan her şeyi yazabileceklerdir. Kanunun tayin ettiği sebep ve suretten başka bir suretle hiçbir memur evlerimize giremeyecektir. Haydi arkadaşlar bağıralım: Yaşasın vatan. Yaşasın millet. Yaşasın hürriyet.”

Nokta Dergisi’ne yapılan baskı ve baskın, Türkiye’nin 1999-2004 yıllarında yaptığı demokratik ilerlemenin geriletilmesine yönelik 14 Nisan’da Ankara’da gerçekleşen yürüyüşle beraber düşünülmesi gereken bir yeni “hamle” mi olacak, yoksa Türkiye’nin birinci sınıf bir demokrasi olmasına yönelik “hâlâ umudumuzun varlığını” gösterecek bir sivil ve demokratik tepkiye mi yol açacak? Türkiye’nin önündeki soru ve sorun budur...

Yeni Şafak, 16.4.2007

Dr. Murat YILMAZ

17.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Biri yazmış, biri sızdırmış, biri kızmış, biri de basmış

  Darbe olmadı, baskın da olmasın

  Cumhuriyet, laiklik ve toprak bütünlüğü yetmiyor

  Nokta dergisine reva görülen

  Sezer ne diyor?


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004