O uğursuz MGK toplantısının üstünden tam on yıl geçti. On yıl sonra bugün, acaba geriye dönüp bakanların kaçı, 28 Şubat Muhtırası’nda çizilen Türkiye tablosunun gerçek olduğuna inanıyor dersiniz?
28 Şubatçıların demokrasiye müdahale gerekçeleri, ABD’nin Irak işgali gerekçelerinden daha ikna edici değildi aslında... En az onlar kadar naif, onlar kadar gerçek dışı...
Ama foslaması biraz daha uzun zaman aldı. 28 Şubat’ın onuncu yılında artık o günlerde anlatılan o çocukça öcü masallarına inanan kimse kaldığını sanmıyorum. Ama tabii önemli olan, öcü masalarına daha baştan inanmamaktı. Erişkin toplumlar bunu yapabilen toplumlardır. Biz yapamadık... İktidar yerlere serilmişti, parmağını kıpırdatamadı. Muhalefet demokrasiye ihanet içindeydi...
Ama demokrasinin koruyucusu olması gereken diğer kurumlar? Medya, üniversiteler ve yargı... Onlar ne yaptılar? Güce taptılar. Susmanın, uzlaşmanın da ötesine geçip koşa koşa gittiler, 28 Şubatcıların saflarına gönüllü yazıldılar. Genelkurmay Başkanlığı’nda düzenlenen o brifinglerde önünü ilikleyerek darbecileri ayakta alkışlayan yüksek mahkeme üyelerini, üniversite rektörlerini asla unutmayacağız. Batı Çalışma Grubu’nun direktifleriyle gazete manşeti atan basın mensuplarını da...
* * *
Peki o zamandan beri neler ne kadar değişti? Ben yargıda pek bir değişiklik yaşandığını sanmıyorum. Son yıllarda yaşananlara bakıyorum; güçten bağımsız, hukuktan yana davranmaya yeltenen savcıların başına gelenleri ve yargı camiasının bu meslektaşlarına ne kadar sahip çıktığını düşünüyorum; pek iyimser olamıyorum.
Üniversiteler derseniz, genel kitlesi itibariyle, dün olduğu gibi bugün de etliye sütlüye karışmadan; başını kaldırıp ülkede neler olup bittiğine bakmadan gözlerini kapıyor, vazifesini yapıyor. Üniversite adına söz söyleme ve tavır alma pozisyonunda olan klik ise, eskiden olduğu gibi “cumhuriyet bekçiliği” dışında bir misyon atfetmiyor kendine... Bekçiliğini yaptığı “cumhuriyet”in demokrasiyle hiç arasının olmaması ise umurunda bile değil. Medya için aynı şeyleri söylemek mümkün değil... Gerek yazılı, gerekse görsel basın aradan geçen on yılda büyük değişim geçirdi. 28 Şubat’tan farklı olarak medya artık farklılaştı, üç beş paşanın telefon talimatlarıyla, kulak bükmesiyle, korkutmasıyla kontrol altına alınamayacak kadar çeşitlendi. Özellikle görsel basında büyük bir patlama yaşandı. Medyadaki bu çoğulcu yapı, farklı yayın organları arasında yaşanan yarış ve rekabet bence demokrasimizin en önemli güvencelerinden biri... Açıkçası, ben halkımızın medyaya dönük geleneksel güvensizliğini, bütün anketlerde basını en güvenilmez kurum listesinin başına koymasını, haksız bir önyargı olarak görüyorum.
Olumlu yönde değişen kesimlerden biri de iş dünyası oldu. Çünkü aradan geçen on yılda, o da çeşitlendi. Türkiye ekonomisi dünya ekonomisi ile entegrasyon yolunda önemli bir yol aldı, piyasa ekonomisinin korunması, AB ile ilişkilerin kopmaması - dolayısıyla demokrasinin korunması- iş dünyası için on yıl öncesine göre çok daha hayati bir mesele halini aldı.
28 Şubat günlerinde sesi soluğu çıkmayan, “yeşil sermaye”ye karşı yürütülen yok etme operasyonunu sessizce köşesinden seyretmeyi tercih eden İstanbul sermayesi de dahil, bugün iş dünyası her fırsatta parlamenter demokrasiden yana tavır alıyor; oyunun kuralları içinde oynanması için gereken noktalarda ağırlığını ortaya koyuyor. Bu iki önemli faktöre, bir de 28 Şubat masallarının fos çıkmasının halk üzerinde yarattığı etkileri; toplumun bu deneyim sonucu yaşadığı kendiliğinden bilinçlenmeyi eklersek, on yıl öncesine göre çok daha erişkin bir toplum olduğumuzu; “öcü masalları” dönemlerinin artık geride kaldığını umabiliriz.
Bugün, 28.2.2007
|