28 Şubat’ta cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Demirel, defaatle “Süreç”in, 17 Ocak’ta kendisine verilen bir brifing ile başladığını söyledi. Genelkurmay’da kendisine verilen brifingden sonra tam 55 adet irtica dosyası takdim edilir. Demirel, bu dosyalardan 25-30’unun asılsız olduğunu söylemektedir. İrtica tehdidi o kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır ki, Genelkurmay’ın Cumhurbaşkanı’nın önüne koyduğu dosyaların yarıdan fazlasının, Cumhurbaşkanı’na göre herhangi bir ciddiyeti yoktur. Dosyaların muhteviyatının nelerden ibaret olduğunu bilmiyoruz. Ancak 28 Şubat’ta meşhur MGK toplantısında askerler tarafından yapılan sunumun gazete kupürlerinden meydana geldiğini biliyoruz. Haziran ayında yaygınlaşan brifinglerde bu kupürlere bir de kitap eklenecektir; Faik Bulut’un “Yeşil Sermaye Nereye Koşuyor?” başlıklı kitabı. 28 Şubat Süreci boyunca savunulan tezlerin iki temel kaynağı, gazete kupürleri ve bu kitaptır.
Ocak ayının sonunda yapılan brifingde, Deniz Kuvvetleri komutanı elindeki dosyalarla bir hamle yapar. Süreç başlamıştır; ama kaptan köşküne cumhurbaşkanı sıfatıyla Demirel oturmuştur. Hazırlığı yeterli görmese gerek, duruma müdahale eder ve beklenen gündemi şubat ayı MGK’sına erteler. 28 Şubat’ta 8 saat 45 dakika süren toplantıda yapılan “İrtica Sunumu”, ikna etmekten çok tehdit etmek içindir. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, irtica delili olarak gösterilen fotoğraflardan birinin, başı yarım kapalı bir “Ayşe teyze” fotoğrafı olduğunu söylemektedir. Toplantı sonrası mutat basın bildirisi yayımlanır. Zikredilen en son konu “rejim aleyhtarı faaliyetler”dir. Bu başlığa ek olarak MGK kararları arasında zikredilen “rejim aleyhtarı irticaî faaliyetlere karşı alınması gereken 18 maddelik tedbirler paketi”nin de önceden hazırlandığı bellidir. 28 Şubat Süreci, bu paketin uygulanması süreci anlamına gelmektedir. MGK’nın bu “18 maddelik tavsiye kararı”, “28 Şubat Süreci” adıyla tarihe geçen askerî vesayet döneminin gerekçesidir. Asker, bu 18 maddenin uygulanması için sahnededir. 27 Mayıs 1960’ta olduğu gibi, alt rütbeli subaylardan meydana gelen bir cunta, kritik mevkileri ele geçirerek yönetime el koymamıştır. 12 Mart 1971’de olduğu gibi hükümet muhtıra verilerek görevden uzaklaştırılmamıştır. 12 Eylül 1980’de olduğu gibi, Silahlı Kuvvetler darbe yaparak yönetimi bütünüyle ele geçirmemiştir. MGK, “rejime yönelik tehlikelerle mücadele etmek” için 18 maddeden meydana gelen bir karar almış ve asker de bu kararların uygulanmasını gözetmek üzere sahneye çıkmıştır. Ancak bu senaryoda bir tuhaflık bulunmaktadır. Bugünden on yıl geriye gidip baktığımız zaman olup-bitenlerden çıkartılacak açık bir sonuç vardır. Bu 18 maddeden sadece bir madde, hatta bir madde de değil, iki fıkradan oluşan 4. maddenin sadece ilk fıkrası uygulanabilmiştir. Uygulanabilen tek karar, temel eğitimin beş yıldan sekiz yıla çıkartılmasıdır. Eğer kayda geçen resmî tezlere, koskoca Milli Güvenlik Kurulu kararlarına bağlı kalacaksak, 28 Şubat Süreci bu 18 maddelik tedbirlerin uygulanması için başlatılmış ve sürdürülmüştür. Bu 18 maddeden sadece biri, hatta onun da yarısı uygulandığına göre, kimse geride kalan 17,5 maddenin peşine düşmediğine göre, on yıl önce Türkiye’nin yaşadığı şey bambaşka bir şey olmalıdır.
Stalin’in istihbarat devleti: Batı Çalışma Grubu
28 Şubat Süreci’ni planlayıp yürüten merkez BÇG’dir. BÇG’ye dair, TSK bünyesinde alınmış resmî bir onay veya emir yoktur. Bu örgütün kanunî bir dayanağı da bulunmamaktadır. Bu birim, devlet içinde oluşmuş bir çetedir. Devlet imkânlarını kullanan, devlet memuru sıfatını haiz, üstelik silah taşıyanlardan meydana gelen bir çete toplumun önüne çıkmaktadır. 28 Şubat Süreci, işte bu çetenin eseridir. 28 Şubat Süreci denildiği zaman aklımıza hangi isimler geliyor? İsimleri alt alta koyduğunuz zaman bu askerî müdahalenin emir-komuta zinciri içinde yapılmadığı, bir cuntanın eseri olduğu ortaya çıkmaktadır.
Batı Çalışma Grubu’nun adı ilk defa irtica brifinglerinde duyulur. Bu illegal oluşumun başlangıçta Deniz Kuvvetleri’nde kurulduğu, sonra isim babalığını Çevik Bir’in yaptığı biliniyor. 28 Şubat’ın postmodern olaylarından biri olan “Köstebek olayı”, gerçekte bu çetenin bütün belgeleri ile deşifre edilmesi; mukabilinde, deşifre edenlerin yargılanması olayıdır. BÇG, bir çete olarak bir onbaşı marifetiyle çökertilmiştir. Ancak süreç fazlasıyla dallanıp budaklandığı için, bu yırtık elbirliği ile yamanacaktır. Ele geçen çete belgeleri, İçişleri Bakanı tarafından başbakan yardımcısına, oradan Başbakan’a, Başbakan eliyle Cumhurbaşkanı’na, oradan Genelkurmay’a, Genelkurmay’dan da ilgili birimlere ulaştırılmış ve BÇG yerine, BÇG’yi deşifre edenler hakim önüne çıkartılmıştır. Refah-Yol hükümeti sona erdikten sonra bir basın toplantısı ile BÇG belgelerini açıklayan ve bu örgütün illegal olduğunu söyleyen Meral Akşener’e Genelkurmay’dan tek kelimelik bir cevap bile gelmemesi, durumu özetlemektedir. Aynı şekilde BÇG belgelerini açıklama suçundan yargılanan Hasan Celal Güzel, mahkemeden defaatle BÇG ile Genelkurmay arasındaki ilişkinin sorulmasını istediğini kaydetmektedir. Mahkemenin yazılı müracaatlarına bugüne kadar herhangi bir cevap gelmemiştir. Bu örgüt, kelimenin en dar ve en geniş anlamları içinde bir çetedir. Karargâh subaylarından oluşan bu çete, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisini değil, kurumsal itibarını cepheye sürmüştür.
Ali Bayramoğlu, önemli bilgiler içeren kitabında Batı Çalışma Grubu’nun totaliter devletlerdekine benzer şekilde keyfî istihbarat toplayan bir örgüt olduğunu açıklamıştır. Yayınladığı bir belgeden, Silahlı Kuvvetler mensuplarının ailelerinin de istihbarat elemanı olarak seferber edildiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde toplanan bilgilerle insanların fişlenmesi, istihbarat teknikleri açısından bir faciadır. Stalin dönemi Sovyet uygulamaları gibi devlet, Batı Çalışma Grubu eliyle bir istihbarat devletine dönüştürülmektedir. BÇG’nin keyfîliği herkesi korkuttuğu için, irtica brifinglerinde görülen manzaralar ortaya çıkmıştır. Allah’tan bu kadar bilgi ve istihbaratın altından BÇG de kalkamamış, bu sistem çok sayıda masumun canını yakmasına rağmen daha fazla ileri gidememiştir.
28 Şubat en başta varlık gerekçesi oluşturan, Cumhuriyet dönemi boyunca, halkın ensesinde boza pişirmek için sıkça kullanılan “irtica tehdidi”ne itibar kaybettirmiştir. Bu curcunaya, bir koalisyon halinde katılan her kesim itibar kaybetmiştir. Yargı, brifing salonlarında bağımsızlığına ve güvenilirliğine darbe yemiştir. Önlerine dava dosyası olarak gelen konular hakkında, brifinglerden talimat alan bir yargıcın sağlayacağı hukuk nereye kadar varabilir? Andıçlar, bu belgelerin hazırlandığı yer hakkında bir şaibeye yol açmıştır. Üniversiteler bu süreçle birlikte, çağa ayak uydurmak yerine kendi içindeki statükoyu sürdürmeye çalışan çağ dışı kurumlara dönüşmüştür. Türkiye, ekonomisinden toplumuna, devlet kurumlarından “bağımsız” medyasına kadar hâlâ 28 Şubat Süreci’nin açtığı yaraları kapatmak ve tahribatı onarmakla meşgul. Görünen o ki, bu yaraların kapanması daha çok uzun bir zaman alacak.
Zaman, 27.2.2007
|