Silah üzerine ‘ölme’ ve ‘öldürme’ yemini ettiren emekli kurmay albay yaptığı işin çok normal olduğunu söylemiş. Bu işi stadyumlara da taşıyacağını söyleyen kıymetli albay, bir de, ‘Bundan niçin rahatsız oluyorlar ki?’ diye hayret göstermiş.
Bu konuda yorum yapmak istemiyorum.
Elbette bu ülkede savcılar var, gereğini yapacaklardır.
Herhalde yapacaklardır. Çok umutlu olmamakla birlikte, iyi niyetimi korumak istiyorum.
Benim dikkatimi, daha çok, emekli albaya atfedilen bir söz çekti.
Diyesiymiş ki albayımız, ‘Bu ülkede tam 13.500 hain var. Bu hainlerden tek tek hesap sorulacak.’
Bunu, ‘Kuvayı Milliye Derneği’nin Mersin temsilcisi olan K. C. diye birine söylüyor.
Bu 13.500 rakamını nasıl elde etti?
Hesap sorulmuş Hrant Dink buna dahil miydi? O zaman geriye 13.449 hain mi kalıyor?
Aklıma, nedense, bir büyük ordunun komutanlığından emekli olan kıymetli orgeneralin söyledikleri geldi. Değerli orgeneral, kendisi gibi düşünmeyen herkesi tek kalemde ‘vatan haini’ ilan etmiş, bu olay kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.
Normal ülkelerde durum nasıldır bilmiyorum.
Rahatlıkla ‘normal’ sıfatını kullanabildiğimize göre, normaldir herhalde.
Fakat, gelişmesine izin verilmemiş cennet vatanımızda bazı şeyler hiç de normal görünmüyor. Mesela, bir ‘hain arama alışkanlığı’na sahibiz.
Hep lumpenleri suçluyoruz ama, her düzeyden insanda rastlanabilecek bir alışkanlık bu. Çoğunluğunu okumuş-yazmış takımı oluşturuyor üstelik. Aralarında parti lideri de var, emekli asker de var, ‘sivil toplum faaliyeti’ yaptığını zanneden işadamları da var... Devlet başkanları bile var.
Kökü İttihat ve Terakki’ye, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayanan bir alışkanlık...
Şanlı Türk tarihinin birçok döneminde, şartlara ve konjonktüre göre birtakım ‘hainler’ türetilmiş, bu durum iç politikanın manivelasında kullanılmıştır.
Kendisi gibi düşünmeyenlere ‘hain’ damgasını vuran mütekait general, (herhalde ‘demokratikleşme’ taleplerini kastederek) ‘bu hainlerin yeni yetiştiğini, başka hiçbir ülkede böyle vatanını satan kişilere rastlanmadığını’ söylüyordu.
Ki, bir de yanlış beyanda bulunuyordu.
Her dönemin bir hain edebiyatı vardır oysa.
Murat Belge’nin de söylediği gibi, ‘Generalin fikir ve rütbe arkadaşları 20. yüzyılın başından itibaren durmadan hain tespit ettiler. Nurettin Paşa, Ali Kemal’i kışkırttığı insanların eline verip linç ettirdi, asılı cesedinin üstüne de ‘Artin Kemal’ diye yafta yapıştırdı. Kenan Esengin’in ‘Milli Mücadelede İhanet Yarışı’ diye bir kitabı vardır. Generallerden Faruk Güventürk’ün yeşil takke giyiyor diye bir adamı sokaklarda sürüklediğinin fotoğraflarını hatırlarız. 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün genel askeri söyleminin yanı sıra sıkıyönetim komutanlarının bildirilerini hatırlarız. Türkiye’de ‘hain’ hiç yeni çıkmış olabilir mi?’
Demek ki, güncel zaruretlerden kaynaklanmıyormuş bu alışkanlık.
Hep varmış...
Belki de ‘vatanseverlik’ denilen şeyin ne olduğunu tartışmak lazım... ‘Demokrasi’ ve ‘hukuk’ diyenleri bir kalemde hain ilan eden eşhasın, bu cesareti nereden aldığını...
Tartışalım tartışmasana da, korkarım bu gidişle üzerinde vatanseverliğimizi kanıtlayacağımız bir vatan da kalmayacak...
Bitirmeden önce, ‘Sen vatan haini Ali Kemal’i mi savunuyorsun?’ diyecek ateşli arkadaşlar için de küçük bir not düşmek istiyorum.
Ali Kemal’i elbette savunmuyorum.
Öldürülecekse, cezasının mahkeme kararıyla infaz edilmesi gerektiğini söylüyorum.
Çok basit bir şey söylüyorum.
‘Hukuk devleti’nde olması gereken bir şeyi söylüyorum...
Star, 12.2.2007
|