Türkiye-Suriye, Türkiye-Irak, Irak-Suriye, Suriye-Ürdün, Suriye-Lübnan vs, vs, vs sınırları saçma sapan sınırlardır.
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner, statükocu yaklaşımlar yüzünden küreselleşme sürecinin doğru okunamadığını, Türkiye’nin kendisini olayların akışına bırakma ya da ‘bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip olmadığını, bulunduğumuz dönemde birçok ulus-devletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybedeceğini, ulus-devlet yapısına yönelen tehditlerin iyi algılanması gerektiğini, küresel meydan okumaların üstesinden ancak güçlü bir ekonomi + kusursuz bir dış politika + caydırıcı gücü yüksek bir orduyla gelinebileceğini söyledi.
Taner’in bu sözleri ulus devleti aşmamız gerektiğine mi işaret ediyor, yoksa ulus devlete her zamankinden daha büyük bir kararlılıkla sahip çıkmamız gerektiğine mi?
Bu konuda bir tartışma var.
Takip edebildiğim kadarıyla tartışmanın iki tarafı da mutlu yarınlarımızı Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut sınırları dahilinde arıyor.
Halbuki, canalıcı sorunlarımızın hiçbirine bu sınırlar dahilinde kalarak çözüm üretemeyiz.
Ara sıra sınır ötesi harekâtlar yaparak da çözüm üretemeyiz.
Emperyalistlerin manipülasyonlarından, sabotajlarından, provokasyonlarından, “böl ve yönet” siyasetlerinden emin olmak için komşularımızla birleşerek büyümeye mecburuz.
Ne var ki, Taner’in sözlerine istinaden ulus devleti aşmamız gerektiğini savunanlar böyle bir mecburiyetten söz etmiyorlar.
Türklerin yanı sıra Kürtlerin, Çerkezlerin, Lazların vs, vs, vs de yaşadığı Türkiye’yi ulus devlet olmaktan çıkarıp başka bir yapıya sokmaktan söz ediyorlar sadece.
Diyelim ki kültürel hakların önü sonuna kadar açıldı, hatta Türkiye Cumhuriyeti bir federasyona dönüştü ve Türkiye Kürtlerinin federe bir devleti oldu; “etnik sorun” çözülecek mi?
Türkiye Kürtlerinin Irak, İran ve Suriye Kürtleriyle siyasi bir etkileşimi olmayacak mı?
Kuzey Irak’taki bağımsız Kürdistan süreci bütün Kürtleri ve dolayısıyla bütün bölge devletlerini etkisi altına almayacak mı?
Ulus devlette ısrar etmenin manası olmadığı gibi, sınırları aşmadan ulus devleti aşmanın da manası yok; zira, ulus devlette ısrar “Herkesin ulus devleti varsa Kürtlerin de olacak!” tavrını beslemekten başka bir işe yaramazken, sınırları aşmadan ulus devleti aşmak da İslam dünyasının başına bela olan ulus devlet furyasına ivme kazandıracak yeni gelişmeleri tetiklemekten ve bölgedeki çatışma ortamını beslemekten başka bir işe yaramayacaktır. (Birinci Cihan Harbi’nden sonra Ortadoğu’ya yeni bir şekil veren emperyalistler, bölge ülkelerinin çaresizliğinden istifade ile Kürtlerin çoğunlukta olduğu toprakların tamamını kapsayan bir Kürt devleti kurdurmuş olsalardı, o devlet bugüne kadar kanıksanmış olabilirdi; ama bugün bu yönde bir gayret -veya gayret algılaması- emperyalistlerin Ortadoğu’daki manevra alanını genişletecek amansız düşmanlıklara yaldızlı davetiye mahiyeti taşıyacaktır. Bu konuyu yarınki yazımızda ele alacağız inşaallah.)
Mevcut sınırları biz çizmedik, Birinci Cihan Harbi’nde topraklarımızı işgal edip Osmanlı devletini parçalayan emperyalistler çizdi; onlara niçin ısrarla sahip çıkıyoruz?
Niçin zihinlerimizde bile aşamıyoruz bu sınırları?
Yüzyıllar boyunca birbirini boğazlamış olan Almanya ve Fransa, aralarındaki sınırı kaldırdı; biz, yüzyıllar boyunca barış ve huzur içinde beraber yaşamış olan Müslüman Ortadoğu halklarını birbirinden ayıran suni sınırları kaldırmayı niçin tahayyül dahî edemiyoruz?
Sinan Çetin’in “Propaganda” filminde bir köy pat diye ortadan ikiye bölünüyor; köyün bir tarafı Türkiye toprağı, öbür tarafı komşu ülke toprağı oluyor; akrabalarını ziyarete gitmekte olan yaşlı bir adam, köyün ortasında jandarma tarafından durduruluyor; jandarma ile yaşlı adam arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
- Dur!
- Niye ki?
- Pasaport!
- Ne?
- Pasaport!
- Ben bilmem paşaport maşaport, çekil önümden!
Türkiye-Suriye, Türkiye-Irak, Irak-Suriye, Suriye-Ürdün, Suriye-Lübnan vs, vs, vs sınırları böyle saçma sapan sınırlardır ve bize yakışan da bu sınırlara “Ben bilmem paşaport maşaport!” diyen o yaşlı adam gibi isyan etmektir.
Öz kardeşlerin birbirinden ayrı kalmasını makul karşılıyor ve mevcut sınırları içimize sindiriyorsak, onlara yenilerinin eklenmesini de içimize sindireceğiz!
Yeni Şafak, 16.1.2007
|