İç dinamiğimiz sorun çözemediği, kalıcı reformlar yapamadığı için biz ancak AB sayesinde değişiyoruz.
Kanal 7’de ‘’Başkent Kulisi’’ programına katılan Devlet Bakanı Ali Babacan’a sormuşlar.
‘Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa darbe olur diyenler var...’
Ne demiş?Çarpıcı bir cevap vermiş.‘Türkiye’nin tek seçeneği...
Daha demokratik...
Daha dışa açık bir Türkiye’dir.’
Sonra şöyle devam etmiş :
‘Başka bir rejim, başka bir sistem bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Bugünkü dünya şartlarında kim böyle bir şeye kalkarsa bu elinde patlar, mümkün değil.’
***
Neden mümkün değil?
Çünkü AB süreci Türkiye’nin dünya ekonomisiyle kaynaşmasını hızlandırdı.
İhracat arttı... İthalat arttı..
Yabancı yatırımlar arttı...
Türkiye dünyanın sıkı bir parçası artık..
***
Bu başarı nasıl sağlandı?
AB süreci sayesinde.
Peki, şimdikinden daha demokratik...
Şimdikinden daha açık bir Türkiye nasıl olur?
AB sürecine hız vererek.
Bu konuda Ali Babacan ne diyor?
‘Kendi yol haritamızı kendimiz tesbit ettik.
Takvimi kendimiz oluşturacağız.’
***
İnsan bunları duyunca seviniyor.
Demokrasinin seçeneğinin daha çok demokrasi olduğu... Dışa açıklığın alternatifinin de daha dışa açıklık olduğu bir Türkiye.
Üstelik, AB reform sürecini bundan böyle kendi iradesiyle sürdürmekte kararlı bir hükümet..
***
Kulağa hoş geliyor bu sözler.
Ancak ufak bir endişem var...
Biz Genç Osman’dan yani 1622’den beri reform yaparız.
Daha doğrusu yapmaya çalışırız.
Ama Kopenhag Kriterleri’nin ‘kritik eşiğini’ daha yeni, o da AB sayesinde geçtik.
AB’den kopuk reform sürecine devam kararı gönül okşayıcı..
Ama ne kadar gerçekçi?
***
Ne kadar gerçekçi? Türkiye’nin iç dinamikleri ne kadar güçlüyse, o kadar gerçekçi.
Hep yazar söylerim...
Yeryüzünde modern anayasaların başlangıcı, İngiliz Kralı Yurtsuz Jean’ın egemenlik hakkını derebeylerin sınırlaması ile başlar... Yıl 1215’tir.
Bu, bize Sened-i İttifak ile geldi.. 1808 tarihinde, kalıcı da olamadı.
Matbaanın keşfi 1450’dir... Bize 1725’te gelmiştir. Özetle bizim iç dinamiğimiz epeyce zayıftır.
***
Oy veren nüfusa dört milyon genç eklenecek..
Bunların çoğunun ‘siyasal milliyetçi’ olduğu varsayılıyor... Bu, bir veri olarak kabul ediliyor.
Bu nedenle herkes siyasal milliyetçilik yarışına girişiyor.
Siyasal milliyetçilik, dünyayı yok sayan, kendi gücünü abartan, yeryüzüyle bir ortaklık içinde rekabet etmekten kaçınan bir anlayıştır.
Bu anlayış genellikle toplumları iç çalkantılara sürükler.
Dikta heveslerini arttırır.
***
Siyasal milliyetçiliğin pusula yapıldığı bir ortamda ‘reformları kendimiz yapacağız’ sözü kulağa hoş gelir ama gerçekte bir işe yaramaz..
Reform yapabilsek, zaten AB’ye muhtaç kalmaz ya da çoktan AB üyesi olmuş olurduk.
İç dinamiğimiz sorun çözemediği, kalıcı reformlar yapamadığı için biz ancak AB sayesinde değişiyoruz.
AB’yle aramızdaki o bağ kopunca, ‘daha çok demokrasi, daha çok açıklık’ çok ciddi ırgalanabilir.
Babacan’ın AB süreciyle ilgili ortaya sürdüğü ‘yeni süreç’ anlayışı da pratikte pek sonuç sağlamaz.
Sarkozy gibi Türkiye düşmanı ırkçıların ekmeğine yağ sürer sadece.
***
Darbecilerin en çok ne istediğine bakın...
En çok AB sürecinin kopmasını istiyorlar.
Niye?
Reformları kendi başımıza yapalım diye mi?
Hayır.
AB’den koparsak reformlardan da kopacağımızı, eski usul gizli bir diktanın daha sertleşerek süreceğini bildiklerinden.
‘Biz reformları AB’siz yaparız’ böbürlenmeleri, insana bu ülkede AB’siz dönemlerde reform değil sadece ‘darbe’ yapıldığı gerçeğini unutturmuyor.
Genç ve iyi niyetli bakana eski bir atasözünü biraz değiştirerek hatırlatmak yararlı olacak bence.
Oy için siyasal milliyetçilik yapmaya giderken, evdeki bulgurdan olmak da var hesapta.
Bunu akıldan hiç çıkarmamalı.
Star, 15.1.2007
|