Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

İyice yalnızlaşan kovboy

Bush, son çıkışıyla sadece Demokratları değil, birçok kilit Cumhuriyetçiyi de karşısına almayı başardı!

Başkan Bush sıkı bir Teksaslı. Ama geçen çarşamba yeni Irak planını açıklamasının ardından ABD Başkanı’nı hiç bu kadar ‘yalnız kovboy’ görmemiş olduğumu kolaylıkla söyleyebilirim.

Kendinden emin yalnız kovboy tipini değil, gerçekten yalnız kalmış bir kovboyu kastediyorum. Başkan, konuşma öncesi ABD’nin önde gelen TV ‘anchor’larını Beyaz Saray’a davet etmesine, ekibini kamuoyunu yönlendirme seferberliğine çıkarmasına rağmen Irak’a ek asker gönderme odaklı planına partizan tabanının sadık unsurları dışında destek alamadı. Çünkü Bush’un yapamadıkları, yapamayacaklarının delili...

Beyaz Saray kütüphanesinden yapılan canlı yayında halkına ve dünyaya hitap ederkenki hali alışageldiğimiz Bush’a pek benzemiyordu. Açıkladığı inisiyatif, eski savaşçı politikaların bir devamı niteliğinde olmasına rağmen vücut dili konuşmanın içeriğini teyit etmiyordu.

Evet, ekseriyet ‘Irak’tan kademeli olarak asker çekilmeli’ derken o Irak’a 21.500 kişilik takviye muharip gönderiyordu. Ama artık bir yorgun savaşçıydı. Şimdiye kadar yapılan hataların sorumluluğunu ilk kez açıkça kabul ediyordu. Belki savaşmanın olayı çözeceğine eskisi kadar emin olduğundan değil, savaşmaktan başka çaresi olmadığından böyle hareket ediyordu.

İran ve Suriye ile angajman çağrılarının yükseldiği bir zamanda, bir kez daha meydan okuyarak cepheyi büyütme yolunu seçmiş gibi görünüyor olabilir. Ama tonu, ünlü ‘şer ekseni’ konuşmalarındakine benzemiyordu. Düşmanlarıyla ilgili daha dikkatli konuşmayı öğrenmişti. Çünkü ummadık taş baş yarıyor, ummadık laf baş ağrıtıyordu. 2003’te Lincoln savaş gemisinin güvertesinde ‘Görev tamamlandı’ afişinin altında yaptığı vaktinden erken zafer ilanı gibi.

Bush, son çıkışıyla sadece Demokratları değil, birçok kilit Cumhuriyetçiyi de karşısına almayı başardı! Yani içerideki muhalif cepheyi iyice büyüttü. Onu Irak’ta başarısız bulduğu için cezalandırıp kasım seçimlerinde Kongre oyuncağını elinden alan halk, son plana da yüzde 60’lar nispetinde karşı çıkıyor.

Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. George W.Bush tarihe ‘Irak Savaşı’nın mağlubu başkomutan’ olarak geçmek istemiyor. Soyadını kurtarmaya çalışan babasının Irak Çalışma Grubu’ndaki eski arkadaşlarını dinlemedi. Bir kez daha ona imparator muamelesi yapan, egosunu tahrik ederek kendi imparatorluk hayallerine alet edenlerin görüşleri doğrultusunda hareketi yeğledi. Fakat bunu bile tam beceremedi. Tahrikçileri arasında dahi yalnız kaldı. Neoconlar tavsiyelerinin tam tutulmadığını, bu nedenle başarı şansının düştüğünü düşünüyor. Onlara göre Irak’a 20 bin değil, 150 bin takviye asker göndermek lazımdı. Ta ki Amerika’nın sömürgecilik denemesi yarıda kalmasın, sömürgeciliğin hakkı verilsindi. Nitekim son zamanlarda neoconların gözdesi olan senatörler John McCain ve Joe Lieberman da her ne kadar yeni inisiyatife destek verseler de rakamı eksik buldu.

Köklü devlet tecrübesine sahip stratejist Zbigniew Brzezinski, Washington Post’taki yazısında (12 Ocak) Bush’un konuşmasını ‘çağımızı derin bir yanlış anlama’ olarak nitelendirirken şöyle diyordu: ‘Amerika, Irak’ta bir sömürgeci güç gibi hareket ediyor. Ancak sömürgecilik çağı sona erdi. Post-koloniyel çağda sömürgeci bir savaş açmak kendi kendimizi mağlup etmektir. Bush politikasının ölümcül yanlışlığı budur.’ Etkili Cumhuriyetçi senatör Chuck Hagel’a partidaşı Bush’-un konuşması için ‘Bu ülkede Vietnam’dan beri en tehlikeli dış politika çuvallaması.’ dedirten de herhalde benzer kaygılardı.

Birçokları Bush’un İran ve Suriye’ye son çıkışıyla Irak’taki başarısızlığı örtme amaçlı yeni bir savaşa zemin hazırlama derdinde olduğunu düşünüyor. Brzezinski’ye göre güya ‘egemen’ Irak rejiminin Bush hükümetince koyulan ‘hedefler’i karşılayamayacağı ‘neredeyse kesin’. O zaman geriye iki ihtimal kalıyor. Ya ‘suçla ve kaç’ politikası benimsenecek. Ya da Suriye veya İran’a karşı askerî harekata girişilerek ihtilaf derinleştirilecek.

Irak’taki İran unsurlarına yapılan son operasyon ve müttefik Arap rejimlerine Patriot füzesi gönderme kararı ikinci senaryodan şüphelenenleri iyice artırdı ve işkillendirdi. Senato Dış İlişkiler Komitesi’ne sorgulamaya çağırılan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Demokratlar tarafından bu konuda çok sıkıştırıldı. Komite Başkanı Demokrat Senatör Joseph Biden, Kongre’nin Başkan’a vermiş olduğu savaş açma yetkisinin Irak’la sınırlı olduğunu, kendilerine danışılmadan İran’a saldırılırsa bir anayasal kriz çıkacağını güçlü bir dille vurguladı. Rice, senatörleri teskin etmeye çalışmakla beraber bu ihtimali tamamen masadan da kaldırmadı. Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nin karşısına çıkan Savunma Bakanı Robert Gates de hedeflerindeki İranlıların İran’da olmadığı teminatını verdi.

Öte yandan, Bush’un İsrail yönetimi gibi İran’ı vurmaya hevesli yakın bir müttefiki varken, hele İngiliz Independent gazetesinin bu yöndeki iddiaları da doğruysa, herhalde hiçbir ihtimali göz ardı etmemek gerekiyor. Ne var ki, Amerikan milletinin ve dünyanın gözü artık açıldı. Aracılı ya da doğrudan yeni bir savaşı pazarlamak ve uygulamak Bush yönetimi için hiç de kolay olmayacağa benziyor.

Zaman, 15.1.2007

Ali H. ARSLAN

16.01.2007


 

Öde öde bitmiyor, borç havuzu doluyor

İç borç toplamı 2006’da azalmadı, arttı. 2007’de de azalmayacak. Çünkü ödemenin çoğu faize gidiyor.

2007 yılı finansman programına göre Hazine, iç borçların ana parası ve faizi olarak yıl içinde 140 milyar YTL ödeme yapacak. Buna karşılık piyasadan yeniden borç kâğıdı satarak 104 milyar YTL toplayacak. 36 milyar YTL piyasada kalacak.

Parasını Hazine iç borç kâğıtlarına bağlayanların, Hazine’nin yaptığı ödemelerden ellerine geçen parayı tekrar Hazine iç borç kâğıdı satın almak için kullandıklarını varsayalım. Bunlar satın alacak kâğıt bulamayacaklarından ellerinde 36 milyar YTL kalacak. Bu parayı kasalarında saklayamazlar? Ne yapacaklar? Döviz mi satın alırlar? Tüketirler mi? Gayrimenkule mi bağlarlar? Borsaya mı giderler?

Daha da ciddi bir sorun var... Ya daha önce Hazine kâğıdına para bağlayanlar yıl içinde yapılacak ödemelerden ellerine geçen 140 milyar liranın büyük bölümü yeniden Hazine kâğıtlarına bağlanmaz ise... Ya Hazine 104 milyar YTL’lik yeni borç kâğıtlarını satamaz ise... O zaman ne olur? Hazine borcu çevirebilmek arayışında 104.2 milyar YTL’yi toparlayabilmek için faizi daha da yükseltmek zorunda kalır.

Boş yere yüksek faiz

İktisatçı Alaattin Aktaş dostum 2006 yılında faiz yükseltmenin faturasını hesapladı. Alaattin Aktaş’ın Dünya gazetesinde yayımlanan hesabına göre, 2006 yılının ilk 5 ayında Hazine ortalama yüzde 14 faiz ile 31 milyar YTL borçlanmışken, daha sonraki 7 ayda ortalama yüzde 21 faiz ile 44 milyar YTL borçlanma gerçekleştirdi. Son yedi ayda iç borç faizi 7 puan (yüzde 50 oranında) arttı.

Hazine son 7 aydaki borçlanmayı ilk 5 aydaki faizle yapamayınca, faiz faturası 3 milyar YTL büyüdü.

Borçlanma daha fazla

Çok sorulan bir soru “İç Borç kâğıtlarının kimlerin elinde olduğu”dur. 2006 yılı Kasım ayında iç borç senetleri toplamı 253 milyar YTL. Bunun 72 milyar YTL’lik kısmı kamu kuruluşlarında. 70 milyar YTL’lik kısmı bankalarda.

79 milyar liralık kısmı yurtiçi, 32 milyar liralık kısmı yurtdışı yatırımcılarda.

Son olarak çok kimsenin cevabını aradığı bir soru: “Ödüyoruz, ödüyoruz da bu borçlar neden bitmiyor?” 2006 Kasım ayı sonunda 253 milyar YTL iç borcumuz vardı. 2007 yılında bunun yüzde 55’i kadar, 140 milyar YTL ödeme yapacağız.

Acaba borç ne kadar azalacak?

Cevap: İç borç toplamı (stoğu), 2006 yılında da azalmadı, birazcık arttı. 2007 yılında da azalmayacak birazcık artacak. Çünkü ödemenin çoğu faize gidiyor. Anapara ödemesini tekrar borçlanarak yapıyoruz. Yıl içindeki borçlanma, yıl içindeki ana para ödemesinin üzerine çıkıyor.

2007 yılında iç borç ana parası için 99 milyar YTL ödeyeceğiz. Buna karşılık aynı yıl Hazine 104 milyar YTL yeniden borçlanacak. Borç havuzundan çıkan 99, giren 104. Havuzdaki su azalamıyor. Artıyor.

Milliyet, 15.1.2007

Güngör URAS

16.01.2007


 

Daha çok demokrasi... Ama nasıl?

İç dinamiğimiz sorun çözemediği, kalıcı reformlar yapamadığı için biz ancak AB sayesinde değişiyoruz.

Kanal 7’de ‘’Başkent Kulisi’’ programına katılan Devlet Bakanı Ali Babacan’a sormuşlar.

‘Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa darbe olur diyenler var...’

Ne demiş?Çarpıcı bir cevap vermiş.‘Türkiye’nin tek seçeneği...

Daha demokratik...

Daha dışa açık bir Türkiye’dir.’

Sonra şöyle devam etmiş :

‘Başka bir rejim, başka bir sistem bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Bugünkü dünya şartlarında kim böyle bir şeye kalkarsa bu elinde patlar, mümkün değil.’

***

Neden mümkün değil?

Çünkü AB süreci Türkiye’nin dünya ekonomisiyle kaynaşmasını hızlandırdı.

İhracat arttı... İthalat arttı..

Yabancı yatırımlar arttı...

Türkiye dünyanın sıkı bir parçası artık..

***

Bu başarı nasıl sağlandı?

AB süreci sayesinde.

Peki, şimdikinden daha demokratik...

Şimdikinden daha açık bir Türkiye nasıl olur?

AB sürecine hız vererek.

Bu konuda Ali Babacan ne diyor?

‘Kendi yol haritamızı kendimiz tesbit ettik.

Takvimi kendimiz oluşturacağız.’

***

İnsan bunları duyunca seviniyor.

Demokrasinin seçeneğinin daha çok demokrasi olduğu... Dışa açıklığın alternatifinin de daha dışa açıklık olduğu bir Türkiye.

Üstelik, AB reform sürecini bundan böyle kendi iradesiyle sürdürmekte kararlı bir hükümet..

***

Kulağa hoş geliyor bu sözler.

Ancak ufak bir endişem var...

Biz Genç Osman’dan yani 1622’den beri reform yaparız.

Daha doğrusu yapmaya çalışırız.

Ama Kopenhag Kriterleri’nin ‘kritik eşiğini’ daha yeni, o da AB sayesinde geçtik.

AB’den kopuk reform sürecine devam kararı gönül okşayıcı..

Ama ne kadar gerçekçi?

***

Ne kadar gerçekçi? Türkiye’nin iç dinamikleri ne kadar güçlüyse, o kadar gerçekçi.

Hep yazar söylerim...

Yeryüzünde modern anayasaların başlangıcı, İngiliz Kralı Yurtsuz Jean’ın egemenlik hakkını derebeylerin sınırlaması ile başlar... Yıl 1215’tir.

Bu, bize Sened-i İttifak ile geldi.. 1808 tarihinde, kalıcı da olamadı.

Matbaanın keşfi 1450’dir... Bize 1725’te gelmiştir. Özetle bizim iç dinamiğimiz epeyce zayıftır.

***

Oy veren nüfusa dört milyon genç eklenecek..

Bunların çoğunun ‘siyasal milliyetçi’ olduğu varsayılıyor... Bu, bir veri olarak kabul ediliyor.

Bu nedenle herkes siyasal milliyetçilik yarışına girişiyor.

Siyasal milliyetçilik, dünyayı yok sayan, kendi gücünü abartan, yeryüzüyle bir ortaklık içinde rekabet etmekten kaçınan bir anlayıştır.

Bu anlayış genellikle toplumları iç çalkantılara sürükler.

Dikta heveslerini arttırır.

***

Siyasal milliyetçiliğin pusula yapıldığı bir ortamda ‘reformları kendimiz yapacağız’ sözü kulağa hoş gelir ama gerçekte bir işe yaramaz..

Reform yapabilsek, zaten AB’ye muhtaç kalmaz ya da çoktan AB üyesi olmuş olurduk.

İç dinamiğimiz sorun çözemediği, kalıcı reformlar yapamadığı için biz ancak AB sayesinde değişiyoruz.

AB’yle aramızdaki o bağ kopunca, ‘daha çok demokrasi, daha çok açıklık’ çok ciddi ırgalanabilir.

Babacan’ın AB süreciyle ilgili ortaya sürdüğü ‘yeni süreç’ anlayışı da pratikte pek sonuç sağlamaz.

Sarkozy gibi Türkiye düşmanı ırkçıların ekmeğine yağ sürer sadece.

***

Darbecilerin en çok ne istediğine bakın...

En çok AB sürecinin kopmasını istiyorlar.

Niye?

Reformları kendi başımıza yapalım diye mi?

Hayır.

AB’den koparsak reformlardan da kopacağımızı, eski usul gizli bir diktanın daha sertleşerek süreceğini bildiklerinden.

‘Biz reformları AB’siz yaparız’ böbürlenmeleri, insana bu ülkede AB’siz dönemlerde reform değil sadece ‘darbe’ yapıldığı gerçeğini unutturmuyor.

Genç ve iyi niyetli bakana eski bir atasözünü biraz değiştirerek hatırlatmak yararlı olacak bence.

Oy için siyasal milliyetçilik yapmaya giderken, evdeki bulgurdan olmak da var hesapta.

Bunu akıldan hiç çıkarmamalı.

Star, 15.1.2007

Mehmet ALTAN

16.01.2007


 

Bush ve Baykal

Baykal şu anda Başbakan veya Genelkurmay Başkanı olmadığı için çok şanslıyız!

Başkan Bush Irak halkına demokrasi ve özgürlük söz vermişti; ne oldu?

Yazarı bilinmeyen bir şiir gezinir internette. Sözde Basralı Ömer Amerikan askeri Franks’a yazmıştır. Son bölümü şöyle:

Babamla söylediğim son dua dilimde / Ayaklarım hastanede,

Ve giymeye kıyamadığım ayakkabılar / Elimde kaldı.

Çocuğun var mı Franks?

Al... Çocuğuna götür onları

Bir işe yarasın.

Baktıkça belki beni hatırlarsın.

Bu nasıl demokrasi Franks?

Düştüğü yeri yaktı.

Merhamet hür dünyaya

Bu kadar mı Irak’tı?

Yatacak yeri yok

Terörün kaynağı olan ülkelere demokrasi götürmek üzerine kurulu Bush politikaları iflâs etti, alay konusu oluyor.

Süper güç Amerika’nın Irak’taki eseri, kim bilir kaç kuşak Iraklı çocuğun intikam duyguları içinde yetişmesine ilham verecek olan kanlı harabelerdir.

Bush dün bir TV mülâkatında 650 bin hayata mal olan yanılgısı için günah çıkardı. Saddam’da kitle imha silâhları var ve Irak terör hamiliği yapıyor diye dünyayı kandırmıştı. Dün suçunu itiraf etti.

Aslında en başta kendi halkına yalan söylemiştir. Çünkü Amerikalılar, çocuklarının nükleer terörizme karşı savaşa gittiklerini zannediyorlardı.

Artık asıl niyetin Irak petrolüne el koymaktan ibaret bir gangsterlik olduğu kanıtlanmıştır.

Evet, Irak terör merkezi haline geldi ama Başkan Bush’un sayesinde... Bir milyon çocuk ya annesiz babasız kaldı ya evsiz.

Okul çağındaki çocukların yüzde 70’i okula gitmiyor. Gidenler de mezhepler tarafından zaptedilmiş okullarda nefret etmeyi, ölmeyi ve öldürmeyi öğreniyorlar.

Kuru sıkı siyaset

Bölgemizle beraber biz de ülke olarak Irak’taki cehennemin ateşinden kim bilir daha ne kadar zarar göreceğiz?

Türkiye devlet tecrübesi derin olan bir ülkedir. Diplomasi elbette sonuna kadar ama Amerika mağlup psikolojisi yaşarken Türkiye’nin Kuzey Irak’ta güç kullanarak hak aramaya kalkışmasından daha tehlikeli bir macera olamaz.

“Başkent Araştırma” adlı kuruluşun dün açıklanan bir anketine göre PKK’ya karşı işbirliği sonuç vermezse Türk halkının yüzde 87’si Kuzey Irak’a operasyon yapılmasını istiyormuş.

Bu anket mi iştahlandırdı bilmiyoruz; dün CHP lideri Baykal Irak’a yönelik bir askeri müdahale için iktidara, meclisi derhal toplayarak yetki talep etmesi çağrısında bulundu. “Biz de bu konuda katkı vermeye hazırız” dedi.

“Saddam Irak’ı ile savaşmamalıyız” diye 1 Mart tezkeresini meclisten döndüren CHP şimdi Kuzey Irak’a girip Amerika ile savaşmamızı mı öneriyor? Olamaz...

O halde muhalefet mamulâtı kuru sıkı fişekle oy avcılığı yapıyor.

Baykal şu anda Başbakan veya Genelkurmay Başkanı olmadığı için çok şanslıyız!

Vatan, 15.1.2007

Güngör MENGİ

16.01.2007


 

An gelir, susmak ihanet olur

İhanete ortak olmamanın yolu Amerikan işgalinin hemen son bulmasını savunmaktan geçiyor.

Washington Post Gazetesi’nde Colbert I. King, M.L. King’in “İnsanlar, özellikle savaş zamanında hükümetlerini eleştirme görevini rahatlıkla üstlenemiyorlar” dediğini hatırlatıp sözü günümüze getiriyor ve haklı bir şekilde Amerikalıların, Irak’tan hemen çekilmesi için Bush yönetimini pek de zorlamadıklarından yakınıyor.

Amerikalılar Bush’un “Irak’tan çekilirsek felaket olur” itirazına inanıyor veya inanmak istiyorlar. İlk bakışta Bush haklı gözüküyor. Mezhep çatışmaları şiddetlenir ve tüm bölgeye yayılır; Türkiye dahil komşuları, değişik gerekçelerle Irak’a müdahale etmeye kalkarlar, El Kaide kendine yeni ve güvenli bir saha bulur, İran’ın liderliğindeki Şiiler aşırı ölçüde güçlenir...

Felaket senaryolarını uzattıkça uzatabiliriz. Ama Bush’un son Irak planının hiçbir cazip yönü olmadığı, hiçbir şey vaat etmediği, yani başarısızlığının garanti olduğu da ortada. Anlaşılan Bush iki yıl daha Iraklılar’ı ve kendi kamuoyunu oyalamak ve belayı yerini alacak olan (muhtemelen Demokrat) başkana miras bırakmak istiyor. Hem yalancı, hem kötü niyetli, hem de beceriksiz olduğu kanıtlanmış olan Amerikan Başkanı bu iki yılda çatışmaları daha da körükleyerek, Irak’ın son demlerini, son ümit kırıntılarını da heder edecek. Fakat eninde sonunda ABD Irak’tan çekilmek zorunda kalacak ve esas felaket işte o zaman kopacak.

Martin Luther King, “An gelir, susmak ihanet olur” demiş ve Vietnam Savaşı’nın en kritik aşamasında “İşte o an geldi, suskunluğu bozmamız şart”diye büyük bir protesto başlatmıştı.

Irak’ta da o an geldi ve geçiyor. İhanete ortak olmamanın yolu da Amerikan işgalinin hemen son bulmasını savunmaktan geçiyor.

Vatan, 15.1.2007

Ruşen ÇAKIR

16.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004