Seçimler yılı 2007’de AB işlerinin nasıl yürüyeceği belli değil. Bürokraside küçük ama samimî bir çaba gözlenirken toplumda gözle görülür bir tereddüt, siyaset dünyasında da soru işaretleri var. Başmüzakereci son demeçlerinde AB’den gelen olumsuz mesajlara karşı ve haklı olarak “reformlar AB’yi beklemez” diyor. Bu çerçevede bugün AB işlerinden sorumlu üst düzey bürokratlar bu yıl için bir yol haritası belirleyecek. İlk 2001’de hazırlanan Müktesebatın Kabülü için Ulusal Program’ın epeyidir beklenen üçüncü revizyonu neredeyse hazır.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ise Fin dönem başkanlığının son günlerinde açılan 20 numaralı “İşletme ve Sanayii Politikası” adlı ve özellikle kobileri ilgilen başlıkla ilgili Türkiye’nin müzakere pozisyonunu ilgili tüm sivil ve resmî kuruluşlarla paylaştı ve görüş istedi. Bu, belli müzakere başlıklarıyla birebir ilgili toplumsal tarafları çabaya ortak etmek demektir ve bu anlamda çok hayırlı bir gelişmedir. Müzakere pozisyonlarının oluşması esnasında yapılacak en geniş istişare, eninde sonunda mevzuatı uygulayacak olan topluma süreci en başından itibaren benimsetme çabası olarak çok önemli. Bu girişimin bir âdet haline gelmesi ve yapısallaşması yararlı olacak.
Seçim kampanyasının önemi
Bu olumlu gelişmeye rağmen kamuoyunun ve siyaset dünyasının AB işlerine olan ilgisi giderek azalıyor. AB ilişkimiz IMF ilişkisiyle birlikte Türkiye’nin küreselleşmesinin en önemli taşıyıcısı. Bu hızlı kabuk değiştirmenin pek çok yararı olduğu gibi tepki doğurduğu da aşikâr. Üstelik AB işlerindeki kör topal gidişatın en büyük tahribatı kamuoyunun AB algılamasında yaşanıyor. Türkiye’yi AB’de görmek istemeyen AB’li ülke, parti ve odakların dışlayıcı ve hakarethamiz tavırlarının esas amacı da zaten Türkiye’yi bu yolla yıldırmak ve ona havlu attırmak.
Bugün Türkiye’de AB’nin taşıdığı değişimden ürken ve şimdi AB’den epeyi soğumuş bir kamuoyu ile aynı ayarda değişim karşıtı olarak o kamuoyuna destek veren siyasî ve idarî kurumlar var. Seçimlerde AB üyeliğinin kampanyanın temalarından biri olacağı kuşkusuz. Önümüzdeki en ciddî tehlike ortalıktaki milliyetçi ve içe kapanmacı tepkinin seçim kampanyasını tamamen etki altına alması. Şimdilik görünen o ki politikacı AB’nin ve küreselleşmenin yararları üzerine değil bunların yarattığı tepkilere yatırım yapacak. Saadet Partisi ve MHP’nin bu konudaki menfî tavrı açık. CHP’nin tam ne dediği belli değil. Diğer yanda askeriyenin beyanlarıyla ve son zamanlarda Cumhurbaşkanlığının beyan ve vetolarıyla AB projemize olan güvenlerinin sarsıldığını görüyoruz.
Stratejik hedef Irak değil
Başbakan’ın talihsiz AB-Irak karşılaştırmasında görüldüğü gibi AKP’nin AB’yi nereye kadar sahipleneceği ise belli değil. Irak ve giderek Kürt sorunu Türkiye’nin bu konularda yeni politika üretememesi ile ilgili bir tıkanma, halbuki AB ilişkisi 48 yıldır süren ve bugünkü istikrarın iki temelinden biri. Bu iki mesele nasıl aynı kefeye konur, anlamak kâbil değil. Olsa olsa Irak’ta Türkiye açısından olumsuz gelişmeler milliyetçi damarı ve dolayısıyla AB karşıtı tavrı körükler, o kadar. Ama son tahlilde stratejik hedef AB’dir, Irak değil. Hükümet partisinin önünde iki seçenek var. İlki AB sürecini gündemden düşürerek seçime gitmek ve bu şekilde milliyetçi ortama paye vermek. Bu bağlamda, geçen yıl sonunda beklenen tren kazası Kasım 2007 seçimlerinde gerçekleşebilir.
Ya da kendi bekasını ve ülkenin istikbalini gözeterek cesur bir atılımla AB sürecinde güven tazelemek. Bunun için AB bürokrasimizde yeniden yapılanma, toplumun sürece katılımı ve içerde kapsamlı iletişim gerekiyor. Az buz iş değil.
Vatan, 10.1.2007
|