Devletin temel stratejilerinde ve strateji üretme mekanizmasında değişimin gerekliliğinin altını çiziyor.
MİT’in 80. Kuruluş Yıldönümü’nde müsteşar Emre Taner’in açıklamaları ortalığı karıştırdı. Türkiye’nin kuralcı ve içe kapalı tutumdan zarar göreceğini, sadece savunmada kalmanın risk oluşturduğunu, globalleşme sürecinde koşullara ayak uyduramayan birçok ulus-devletin çözülme ya da bölünme riskiyle karşı karşıya kalabileceğini vurgulayan bu açıklamayı, herkes bir yanından çekiştirerek kendisine yontmaya gayret etti. Ediyor.
Peki açıklamayı nasıl anlamalı, nasıl yorumlamalı?
Soruya önce” MİT’in politikaları”nı izleyerek yanıt aramakta yarar var…
MİT’in diğer devlet kurumlarıyla ilişkilerine, özetle saray içindeki dengeye ve açıklamanın bu dengeyle irtibatına bakmak ancak bundan sonra mümkün olabilir…
Durumu anlamak için benzer örnekleri alta koyalım…
Bundan bir yıl kadar önce MİT Müsteşarı Emre Taner, Mustafa Karaalioğlu’yla yaptığı bir sohbette mealen şunları söylüyordu:
“Güneydoğu’da, Kürt sorununda, böyle gidersek, mevcut politikaları uygular, sadece güç kullanırsak kaybederiz. Türkiye’nin bölünmesi riskiyle karşı karşıya kalırız. Devlet içinde birçok kişi ve kurum bunun farkında ama suskun kalıyorlar…”
Aralık 2003’te İsmet Berkan, bir dönemler Kıbrıs’ta görev yapmış, Yunan istihbarat elemanlarıyla silahlı çatışmalara girmiş MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un şu sözlerini hatırlatıyordu:
“100 Türk, 300 Rum’un malına el koydu. Bu evleri, arsaları alanlar sağcı oldu, bu pastadan pay kapamayanlar solcu oldu. Kıbrıs’ta politika bundan ibarettir…”
Aynı Atasagun’un 2004 yılında Ankara temsilcileriyle “yazılmak üzere” yaptığı yemekli bir sohbet, geç saate gazetecilere gelen telefonla “yazılmamak üzere” haline dönüştürülmüştü. Kayıtları birçok gazeteci gibi bizde de bulunan bu sohbette, Atasagun, temel istihbarat konularını dile getirmek yanında kimi serzenişlerde de bulunuyor, örneğin dış ülkelerde yakalanan kimi Türk ajanlarının MİT’le ilgisi olmadığını, devletin başka kurumları tarafından görevlendirildiklerini” söylüyor, “bu kurumların kendi başlarına bir politika izledikleri”nin ve bunun yanlışlığının altını çiziyordu.
İstanbul’daki sinagog ve banka saldırılarından sonra gazetecilere yaptığı genel değerlendirmede ise Güney Doğu’yu kastederek şunları söylüyordu:
“Orada askeri yolla bir şey çözülemez, bombalamakla da olmaz. 10 yıldır bombalıyoruz. TSK Öcalan’ı dağda yenememiştir. Zaten, 39 Kürt isyanında devlet eşkiyayı dağda yenememiştir. Öcalan çok merhale aldı, bunu kabul edelim. Her seçim sonrası haritaya bakınca çok zaman kaybettiğimizi görüyoruz. Mücadele cebri tedbirlerle olmaz, ‘dağdaki eşkıya’ deyip geçemezsiniz…”
Şimdi emekli olan MİT Müsteşar Yardımcılarından Cevat Öneş, benzer bir mantık ve görüşle, bir dönem Radikal Gazetesi’nde çıkan yazısında, Irak’ta Kürt devleti kurulmasıyla ilgili bildik devlet tezlerinin tümüyle farklı bir yorum yapıyor, devlet politikaların koşullara ayak uydurmasının öneminin altını çiziyordu…
Sonuç?
1. Bir süreden beri (özellikle Sönmez Köksal’la başlayan sivil müsteşar döneminden bu yana) MİT’in Türkiye’ye okumasında bir değişiklik ve bir süreklilik olduğu açıktır…
2. MİT bu süreklilik çerçevesinde dünya ve bölgedeki değişim ile Türkiye’nin resmi politikalarının arasındaki kopukluğa işaret etmekte ve bu kopukluğun Türkiye için önemli (belki de en önemli) bir tehdit kaynağı olduğu ifade etmektedir.
3.Bu tutumuyla bir yandan devletin temel stratejilerinde ve strateji üretme mekanizmasında değişimin gerekliliğinin altını çizmektedir.
4. Dolayısıyla strateji üretme mekanizmalarında devletin ve kurumlar arası işbirliğine dayalı olarak etkin ve sivil işlemesine vurgu yapmakta; bu çerçevede gerek istihbarat gerekse stratejik üretim açısından askeri otoritenin bağımsız ve vasi konumunu devlet içinden üstü kapalı bir şekilde eleştirmektedir.
5.Yeni stratejilerin güç kullanma unsuru kadar, belki de daha çok siyasi akıl, gerektiğinde demokratik ögeler, sosyal ve ekonomik tedbirle bağlantılı olması gerektiğini ifade etmektedir…
Evet, MİT’in politikaları açısından durum gözümüze böyle görünüyor.
Yeni Şafak, 9.1.2007
|