Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Sezer’in sıkışan imajı

Kuaför önünde bekleyen 06 GZ... “özel tahsis plakalı” siyah Laguna, Sezer’i kendi oluşturduğu imajda sıkıştırıyor.

06 GZ... plakalı siyah Laguna...

Öğle saatlerinde Ankara Birlik Mahallesi’ndeki kuaförün önünde beklemektedir.

Aracın başında elinde telsiz, sivil bir kişi nöbet tutmaktadır...

Az sonra kuaförden çıkan genç bir hanım ve bir çocuk siyah araca biner ve uzaklaşırlar.

Sonradan öğrendim ki, genç hanım Cumhurbaşkanı Sezer’in kızı ve saç kesimi için orada.

Şimdi bu sahne üzerine düşünelim.

Sizce bir Cumhurbaşkanı’nın ya da bir devlet büyüğünün kızı oğluyla birlikte, devletin resmi aracı ve korumasıyla kuaföre gitmeli mi, gitmemeli mi?

Rahmetli Özal’ın uygulamalarını hatırlıyorum. O tepki çekmezdi çünkü böyle bir tarzı vardı.

Ama olay Ahmet Necdet Sezer tarzına göre düşünülünce durum değişiyor.

VAKTİ Mİ ÇOK

Çünkü Sezer, “kırmızı ışıkta duran”, elinde file Migros’ta alışveriş yapan, yani “sade vatandaş olan” bir imaj seçmiştir. Bir yabancı meslektaşım bir gün sormuştu:

- Sizin cumhurbaşkanı saatlerce alışveriş yapabiliyor. Sanırım çok boş vakti var...

Hiç böyle düşünmemiştim ama doğru. Şimdi Sezer’i sevenlerin şu sözlerini duyabiliriz:

- Sezer’e saldırmak için bula bula bunu mu buldunuz? Sıkıysa Başbakan’ı eleştirin. Düğün davetiyesi vermek için devletin uçağıyla Ürdün’e gittiğini unuttunuz mu?

Bense bütün bunların ötesine geçmek istiyorum. Bu olayda Sezer, kendisinin yarattığı o “sadece dürüst olmak yeter” ve “sade vatandaş” madalyasına sıkışmıştır.

BOŞ UÇAN UÇAK

- Örneğin uçağını tasarruf için kullanmaz. Örneğin Dışişleri Bakanı çok kritik birkaç gezide o uçağı alamayacağını bildiği için uçak kiralamak zorunda kalmıştır.(Ama uçak mecburen ayda bir kez motoru zarar görmesin diye Ankara semalarında boş uçurtulur.)

- Tasarruf için Köşk’te yaptığı düğünün elektrik parasını ödemiş ve bu bilgi sızdırılmıştır.

- Sezer göreve geldiğinden bu yana örneğin, hiç Washington’a gitmemiştir.

- Özal’ın Demirel’in Köşk’te yabancı devlet adamlarına verdikleri yemekler hatırlandığında Çankaya Köşkü bugün dünyaya kapanmıştır. (Özal ve Demirel cumhurbaşkanı ve başbakan olarak birbirlerini hiç sevmediler. Ama Özal Köşk’ün kapısını dünyaya açık tuttu ve her yemeğe Demirel’i de davet etti. Demirel de devlet işi diye gitti. Ve hiçbiri diğerine Anayasa kitapçığı fırlatmadı.)

- Niyazov ölmüş, ancak Türk dünyası için çok önemli olan bu cenaze törenine örneğin Demirel’i de davet edip gitmemiştir.

- Afganistan’da çok önemli bir NATO görevini özel temsilci olarak yürüten Hikmet Çetin’i ne bu görevi sırasında ne de döndükten sonra bir kez bile aramamıştır.

- Yurtiçinde de gezmez. Örneğin Diyarbakır’a hiç gitmemiştir. Dünyanın en güzel körfezindeki Okluk Koyu’na ne kendisi gitmiş ne de bir yabancı misafir ağırlamıştır. O koydaki Cumhurbaşkanlığı tesisi nöbet tutan askerleri ağırlamaktadır o kadar.

SIKIŞAN İMAJ

- AB için hiçbir başkentte faaliyet göstermemiş, ziyaret yapmamıştır.

- Türkiye’nin en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde Irak’la ve İran’la bir temas kurmamıştır. Örneğin Bush Talabani’yi, Barzani’yi Beyaz Saray’da ağırlamıştır. Ama Sezer Talabani’nin ziyaret talebini reddetmiştir.

- Bırakın Talabani’yi, KKTC Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’la bile görüşmemektedir.

- Ve en önemlisi Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Türk yazar Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış, ama Cumhurbaşkanı bunu görmemiştir.

İşte bu yüzden şimdi, kuaför önünde bekleyen 06 GZ... “özel tahsis plakalı” siyah Laguna Sezer’i, kendi yarattığı o ’dürüst devlet adamı’ imajında sıkıştırmaktadır.

Hürriyet, 8.1.2007

Fatih ÇEKİRGE

09.01.2007


 

Çok üzülmüş

Edip Paşa Başbakanın açıklaması için değil, PKK ile mücadelede bir arpa boyu yol alınamadığı için üzülüp kahrolmalı!

Başbakan Erdoğan, bir gerçeğin altını çizdi. Büyük iddialarla oluşturulan Terörle Mücadele Özel Temsilciliği Kurumu’nun başarısız olduğunu söyledi.

Başbakan, aslında herkesin bildiği malumu ilan etti. Ardından Özel Temsilci Edip Başer’den bir cevap geldi: - Bu açıklamalara üzüldüm. Oysa, ortada üzülecek bir durum yok. Terörle Mücadele Özel Temsilciliği’nin “başarılı olmadığı” ayan beyan ortada... Irak’taki PKK kampları yine yerinde duruyor. PKK’nın lider kadrosu , ABD’nin denetiminde olan bölgelerde elini kolunu sallayarak geziyor. Adamlar, Kuzey Irak’taki hastanelerde tedavi oluyor. ABD’ye “işte oradalar” diyorsunuz, görmezlikten geliyorlar. Üstüne bir de terör örgütünde ABD menşeli silahlar ortaya çıkıyor. Başarı bunun neresinde?..

Edip Başer’in niye üzüldüğünü anlamak mümkün değil. Başbakan, böyle bir tablo karşısında “başarıdan” mı söz etmeliydi? Hepimizi yanıltıp, milletle alay mı etmeliydi? Ne demesi bekleniyordu Başbakan’dan? Vatandaşın gözünün içine baka baka yalan söylemesi mi?

***

Başer, “Başbakan bu sözleri benden aldığı bilgiler doğrultusunda söylemedi” diyor... Başbakan, kendisi ile görüşseydi ne değişecekti acaba? Kurumun gösterdiği üstün başarılar mı ortaya konulacaktı? Elbette değil. Yıllardır dinlediğimiz “terörle mücadeledeki kararlılık” anlatılacaktı. ABD’nin bizim “dostumuz” ve “müttefikimiz” olduğu söylenecekti. İki ülke arasında “çok iyi bir diyaloğun bulunduğu” ifade edilecekti. “Amerika da Kuzey Irak’taki PKK varlığından rahatsız” denilecekti. Hiçbir anlamı olmayan bir sürü laf peş peşe sıralanacaktı... Ziya Paşa ne demiş: - Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Terörle Mücadele Özel Temsilciliği’nde ise bu kuralın tam tersi işliyor. Beklenti ve laf çok, ama icraat yok!

***

Bakın Edip Başer ne diyor: - ABD’nin PKK ile mücadelede samimi olduğunu düşünüyorum... Eğer bu sözler gerçek düşüncelerini yansıtıyorsa eyvah ki ne eyvah! ABD, samimiymiş de hangi adımı atmış? PKK ile mücadele için ne yapmış? Bu nasıl bir samimiyettir ki, PKK bölgede dilediği gibi at koşturuyor? Amerikalılar bir de samimi olmasalardı halimiz ne olurdu acaba! Bence, Edip Paşa’yı asıl üzmesi gereken Başbakan’ın yaptığı açıklama değil. Paşa, şapkasını önüne koymalı, Terörle Mücadele Özel Temsilciliği kurulmasının ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirmeli. Esas, PKK ile mücadelede bir arpa boyu yol alınamadığı için üzülüp kahrolmalı!

Bugün, 8.1.2007

Emin PAZARCI

09.01.2007


 

MİT ne demek istedi?

Müsteşarın Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki gelişmelere diyalog yoluyla müdahil olunmasına yönelik cesur bir açılımdan yana olduğu hissediliyor.

MİT 80. yaşını çok önemli bir açıklama ile “kutladı”.

Çoklarını şaşırtan açıklamayı sadeleştirirsek şöyle diyor:

“Dünya yeniden şekilleniyor. Statükocu kafalar bunu öngöremediği için hazırlıksız yakalandık. 21. yüzyılda küresel rol savaşları doğuda cereyan edecek. Buradaki pozisyonu nedeniyle Türkiye ‘bekle-gör’ gibi pasif bir politika izleyemez. Kartlarımızı iyi kullanalım.”

***

Açıklamayı yapan Müsteşar Emre Taner, teşkilatın içinden yetişmiş bir isim.

Diyarbakırlı.

Bölgeyi ve Kürt meselesini en iyi bilen istihbaratçılardan biri kabul ediliyor.

40 yıldır görev yaptığı teşkilatı 1.5 yıldır Müsteşar olarak yönetiyor.

Sistemin statükocu kanadını eleştiren bu kadar önemli bir açıklamayı ölçüp biçmeden yapmış olduğunu varsaymak saflık olur.

O halde “Ulus devletler sona eriyor. Beklersek tarih maratonunu kaybederiz” diye alarm veren bu açıklamayı nasıl değerlendirmeli?

(...)

Özetle Taner, “Güneyde bir devlet kuruluyor, kırmızı çizgiler siliniyor, siz uyuyorsunuz” diyor.

Lakin bu tespitlerden bir “askeri çözüm” önerisi de çıkarmamak lazım.

Taner’in Müsteşar olmadan önce İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüştüğünü, Müsteşar olduktan sonra da Selahaddin’de Barzani ile buluştuğunu biliyoruz. Dağdakilerin indirilmesine, Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki gelişmelere diyalog yoluyla müdahil olunmasına ve Türkiye’nin bölgede daha aktif rol oynamasına yönelik cesur bir açılımdan yana olduğu hissediliyor.

Mehmet Ağar’ın son dönemki çıkışlarına da damgasını vuran bu yaklaşım, henüz askeri cihette ve hükümette yankı bulmuş değil.

Taner’in MGK’da dile getirdiği halde karşılık alamadığı uyarılarını, 80. yıl açıklamasıyla kamuoyu önünde tekrarlamak istediği anlaşılıyor.

Tartışmakta geç bile kalmadık mı?

Milliyet, 8.1.2007

Can DÜNDAR

09.01.2007


 

Hanginizdi o?

Türkiye, komşusuna saldırı için İsrail’e,kendisini de “kullanabilme” fikrini nasıl verdi?

İngiliz Sunday Times gazetesi iddia ediyor ki;

“İsrail, İran’ın (muhtemel) nükleer tesislerine saldıracak. Ve saldırı sırasında Türkiye hava sahasını da kullanacak.”

*

Sunday Times, ciddi gazetedir.

Sulu, cıvık, palavracı “kardeş” gazeteleri gibi değil.

Ama sonuçta, bir “Murdoch Gazetesi” dir.

“İsrail aleyhine yayın yapmamak” gibi bir zincirle malum zincire bağlıdır.

Haberi gerçekleşir yahut gerçekleşmez; ama ateş olmayan yerden de duman çıkarmazlar.

*

Peki, bu ateş oralarda nasıl yakıldı?

Duman nasıl tüter oldu?

Fitili kim yaktı?

Körüğü kim bastı?

Bu ne dumandır?

Yani İsrail’de, Türkiye’yi de “kullanarak” böyle bir saldırıda bulunulabileceğine dair düşünceler, planlar, harekat alternatifleri nasıl oluşturuldu?

Türkiye, komşusuna saldırı için İsrail’e, kendisini de “kullanabilme” fikrini nasıl verdi?

*

1990’dan beri cumhurbaşkanlığı yapmış iki isim hayatta; yanılmıyorsam yedi başbakan ile bir o kadar genelkurmay başkanı hayatta.

MGK’ya katılmış onca komutan, onca bakan ile kritik görevlerde bulunmuş onca bürokrat ile diplomat da hayatta.

Biri çıkıp söylesin:

İsrail bunu tasarlayabilme cüretini, bir gün gerçekleştirebilme cesaretini, Türkiye’yi kullanabilme niyetini nasıl edindi?

Biri çıkıp söylesin:

Hanginiz, hangi koşullarda, ne karşılığında buna imkan verdiniz?

Bize ne kadarını söylediniz?

*

Merasimlerde “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye atıp tutmak;

Duvarlara “Milli egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye tabela asmak;

Dağa taşa “Önce vatan” diye yazmak;

Halka “bağımsızlık nutukları” çekmek;

Meydanlarda “din, millet, milliyet, şanlı tarih” üstüne mangalda kül bırakmamak;

Gaz, gazoz, ticaret, ziyaret ile “komşuculuk” oynamak;

Kitabi edalarla “mazlum milletlere örneklik” dersleri vermek; Karşımızda her şeyi bilen, her konuya hakim, hepimizi güden burnundan kıl aldırmaz bir sivil ve askeri liderlik sahnelemek;

Şişim şişim “bölgede büyük devlet, hepisinin abisi” havalarına girmek;

Bunları yine yapın da

Bir de açıklayın:

Bunu düşünebilme, haber diye sızdırabilme, yazabilme ve bir gün yapabilme, gerekirse üstümüzden geçebilme cüretini İsrail’e, hangileriniz, hangi sıfatları taşıyarak, kimin adına verdi?

*

Soramaz mıyız yani?

Devlet sırrı mıdır!

Bu ne duman, bu ne kokudur!

Sabah, 8.1.2007

Umur TALU

09.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004