Diyelim ki Mayıs ayında Meclis basiretsiz davranarak ordunun ve kurumların tepkisine yol açacak. Ordu da basiretsiz davranarak siyasi tepki gösteriyor; mesela seçilen cumhurbaşkanını kutlamıyor, haftalık kabullere gitmiyor falan...
Yargı da bir basiretsizlik yapıyor, cumhurbaşkanı seçimini iptal ediyor!
Mayıs ayı içinde PKK terörü kırlarda ve şehirlerde patlıyor; Barzani destekliyor! Irak’ta iç savaş kızışıyor; İran-Irak-Lübnan-Körfez hattında militan bir Şiilik; buna karşı ABD destekli Ürdün-Mısır-Arabistan Sünni hattı!..
Petrol fiyatları Everest’in tepesine fırlıyor!
Türkiye’de Meclis, hükümet, ordu, yargı birbirine girmiş! Üstelik herkes seçim derdine dalmış!
Almanya’da Hitler yükselirken Fransa’nın hali; Raymond Aron’un deyişiyle:
“Fransa iyi yönetilmeye muhtaç olduğu bir sırada, bırakın kötü yönetilmeyi, hiç yönetilemiyordu.”
Öyle bir şey!..
Ülkenin yönetilmesi
Kritik dönemlerde çözüm üretecek mekanizmalar işlemez de her bir mekanizma öbürünü çelmelerse krizler felakete dönüşür. Yüzlerce yıllık tecrübeyle demokrasiler, böyle “yönetilemezlik” sorunuyla karşılaşmamak için tedbirler geliştirmiştir:
Ordu siyasete hiçbir surette karışamaz, ordu siyasi otoritenin emrindedir. Savunma görevini aksatmaması için de bu şarttır.
Yargı bir kanunun, bir kararın, bir seçimin, bir atamanın “yerinde” yani isabetli olup olmadığını denetleyemez. Sadece hukuka aykırılık olup olmadığına bakar.
Siyaset siyasi hatalar, basiretsizlikler yapabilir, o zaman yoğun eleştirilere maruz kalır, cezasını da seçimlerde millet verir!
Çünkü siyasetin basiretsizliğini siyaset dışı kurumlar mesela ordu veya yargı düzeltmeye kalkarsa, “kötü yönetim”den de kötü olan “yönetilemezlik” veya “yönetmede kargaşa” ortaya çıkar.
Tarihin öğrettiği budur.
Ama Türkiye’de demokrasinin “yönetim” işlevi yeterince içselleştirilmediği için, hâlâ orduya davetiye çıkaran üniversite senatolarımız bile var!
Seçilmişler ve kurumlar
Meclis’in cumhurbaşkanı seçmek için evvela 376 üyenin katılımıyla toplanması gerektiğini, aksi halde Anayasa Mahkemesi’nin iptal edeceğini söylemek de yargıya siyasi işlev yüklemektir!
İyi bir hukukçu olan DYP’li dostum Ahmet İyimaya dikkatimi çekti. Danışma Meclisi’nde Anayasa Komisyonu sözcüsü Prof. Turgut Tan, toplantı ve karar yetersayılarını anlatırken, “bu Anayasa’nın toplantı için hiçbir özel toplantı yetersayısı öngörmediğini” söyleyerek anayasa koyucunun iradesini ortaya koymuştur! (Komisyon Tutanağı, sf. 271)
Meclis’te her konu için 184 milletvekiliyle toplantı açılır; af çıkarmak için de, cumhurbaşkanı seçmek için de gensoruyla hükümeti düşürmek için de böyle! Ama her birinin karar yetersayıları yüksektir!
Demokrasi, “kurumlar”ın siyasi iradeyi içine sindirmesini gerektirir. 1950’den beri bu konuda sorunlar yaşıyoruz. Ordunun siyasetteki rolü de, yargının “yerindelik” denetimi yoluyla siyasete müdahaleleri de bunun örnekleridir.
“Yöneten demokrasi” için:
Bir: ‘Kurumlar’ seçilmişleri içinde sindirmeli, ‘siyaseti düzeltme’ tavrından uzak durmalıdır.
İki: ‘Seçilmişler’ de yetkilerine tam sahip çıkmalı ama bu yetkilerin kullanımında ‘uzlaşma’ya, basiretli davranmaya özen göstermelidir.
Milliyet, 6 Ocak 2007
|