Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ancak geride kalanlar arasındaki ihtiyar kadın müstesnâ. Sonra da geride kalanları helâk ettik.

Sâffât Sûresi: 1353-136

07.01.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşılaştığınızda ise sabrediniz.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3854

07.01.2007


‘Sizi idare edenler fenalık ettiler, öyleyse bana razı olunuz’

Üçüncü Hatvesi: Der veya dedirtir:

“Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyleyse bana razı olunuz.”

Bu vesveseye karşı deriz:

Ey el-hannas! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın. Dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedel seni kabul etmek, yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına muvakkat bir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca, İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!

Dördüncü Hatvesi: Der veya dedirtir:

“Sizi idare eden ve bana muhâsım vaziyetini alanlar—ki Anadolu’daki sergerdeleridir—maksatları başkadır. Niyetleri din ve İslâmiyet değildir.”

Şu vesveseye karşı deriz:

Vesilelerde niyetin tesiri azdır. Maksadın hakikatini tağyir etmez. Çünkü maksut, vesilenin vücuduna terettüp eder; içindeki niyete bakmaz.

Meselâ, ben bir define veya su bulmak için bir kuyu kazıyorum. Biri geldi, kendini saklamak veya orada müzahrafatını defnetmek için, bana yardım ederek kazdı. Suyun çıkmasına ve define bulunmasına niyeti tesir etmez. Su, fiiline, kazmasına bakar, niyetine bakmaz. Bunun gibi, onlar bizi Kâbe’ye götürüyorlar. Kur’ân’ı yüksek tutmak istiyorlar. Bütün felâketimizin menbaı olan Avrupa muhabbetine bedel, husûmetini esas tutuyorlar. Niyetleri ne olursa olsun, bu maksatların hakikatini tağyir edemez.

Sünûhat, s. 99-101, Y. A. Neşriyat

Lügatçe:

evlâd-ı nâmeşrû: Meşrû olmayan evlât.

müteneccis: Necis, pis, murdar olmuş.

necis: Pis, murdar.

libas: Elbise.

hınzır: Domuz.

bevl: İdrar.

el-hannas: Geri çekilerek, fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen; Şeytan.

muvakkat: Geçici.

hayat-ı sefilâne: Sefâlet, sıkıntı ve perişanlıkla geçen hayat.

muhâsım: Husûmet, düşmanlık eden.

sergerde: Kötü işlerde elebaşı olan. Başı bozuk. Reis.

tağyir: Değiştirme, bozma.

maksut: Kastedilen, maksat, hedef.

terettüp: Netice olarak çıkma, sıralanma, gerekme.

müzahrafat: Pislikler, süprüntüler.

07.01.2007


Bayrama, gurbete, vefaya dair

Ahirzamanın her bakımdan bir dejenerasyon çağı olduğunu söylesek galiba abartmış olmayız. Bilhassa insan ilişkilerinde son derece korkutucu bir gerileme söz konusu...

Eşlerden iş arkadaşlarına her türlü ilişkide bir sürü problem çıkmıyor mu? Daha hızlı daha konforlu arabalar, uçaklar var, ama galiba daha az gidebiliyoruz dostlarımıza... İletişim imkânlarımız arttıkça iletişimimiz daha kötüye gidiyor. Hepimizin cep telefonu var, daha mı çok aranıyoruz? Bir de mesajlaşma olayı var ki insanların seslerini unutturuyor bize. İnternette “chat” yapıyoruz. Ama iki dakika “muhabbet” etmeyeli kimbilir kaç sene oldu.

Çoğumuz kendi kendimizi gurbetler içinde bulmuyor muyuz? Ahirzaman insanı gittikçe daha çok yalnızlaşmıyor mu?

Bu bayram meselâ bizzat yaşadım bu gurbeti... Her bayram yaptığımın aksine bu sefer kimseyi aramadım. Kimse de beni aramadı! Artık mesaja da razıydım. Bir kaç azîz dostumdan bir iki mesaj aldım. Gelen diğer mesajlar kimdendi biliyor musunuz? Mecburen bir iki işlem yaptığım bir bankadan! Alış veriş yaptığım büyük bir marketten! Hiç kullanmadığım kredi kartından! Ve tabiî ki cep telefonuma servis veren GSM operatörümden! İlginç, acı ve düşündürücü...

Hemen herkesin böyle sorunlar yaşadığını da tahmin ediyorum. Hal böyle olunca daha bir iyi anlıyorum Risâlelerin azîz müellifinin yaşadığı gurbetleri. Ve o gurbetleri kıyamete dek okunacak olan Kur’ân tefsirine almasını:

“Şu iki üç aydır pek yalnız kaldım. Bazan on beş yirmi günde bir defa misafir yanımda bulunur. Sair vakitlerde yalnızım. Hem yirmi güne yakındır dağcılar yakınımda yok dağıldılar.

“İşte gece vakti, şu garibâne dağlarda, sessiz, sadasız, yalnız, ağaçların hazinâne hemhemeleri içinde, kendimi birbiri içinde beş muhtelif renkli gurbetlerde gördüm.”

Ve ateşîn, yakıcı kelimelerle anlatır gurbetleri Mektûbat isimli eserdeki 6. Mektûb. Biraz kendinizi verirseniz ruhunuz adeta parçalanır. Gönlünüzü bir hüzün kaplar. Bediüzzaman bu durumdayken “Birden, nur-u iman, feyz-i Kur’ân, lütf-u Rahmân imdadıma yetiştiler” der ve gurbetleri sevince, kavuşmaya, buluşmaya dönüştüren bir yol bulduğunu ifade eder. Kısaca ve kabaca “Cenâb-ı Hakkı bulmak” ve O’nu bulmanın sonuçları ekseninde bir cevaptır bu.

Hepimizi bu kısacık mektûba bir de bu gurbetleri biz yaşıyormuşuz gibi okumaya dâvet ediyorum. Çünkü Bediüzzaman’a zorla ve zulümle yaşatılan o gurbetleri hakikaten biz de yaşıyoruz. Belki bizi zalimler zorlamıyor. Ama en az onlar kadar zalim olan şartlar zorluyor. Biz garîbane dağlarda değil, kalabalıklar içinde yalnızlık çekiyoruz. Sessiz sedasız yerlerde değil, tam tersine gürültülerin içinde kaybolmuş ruhumuz. Evet, sahi biz de yaşıyoruz değil mi bu gurbetleri?

Dikkatimi çeken bir diğer nokta daha var. Bahsedilen 6. Mektûb’un müellifinin hayatını bir iki değişik kaynaktan okuduğumda çağımızın belki de en samimî ve vefalı insanına rastlamıştım. 6. Mektûb ışığında daha iyi anlıyorum bu vefayı. Hatta birbirini tamamlıyor bu iki husus. Bir iki örnek verelim:

Bediüzzaman, hayatında pek çok hikmete binaen bazı düsturlar edinmiştir. Meselâ hediye kesinlikle kabul etmez. Yanına gelenler şahsından bir şey beklerlerse onları da geri çevirir. (Bu hususları aynı eserde 16. Mektûb’ta bulabilirsiniz) Ancak Risâle-i Nur’un te’lifinden önceki talebelerinden biri —meselâ Molla Hamid—yanına geldiğinde bu katı kurallar bozulmasa bile yumuşatılır. Hediye kabul edilecekse karşılığı verilerek kabul edilir.

Yine Bediüzzaman hayatının son günlerinde bir veda-vefa gezisine çıkar. Her bir sahnesi çok dersler taşıyan bu gezi sırasında Said Nursî daha önce vefat eden bir çok talebesinin kabirleri başında—çok da şiddetli biçimde—gözyaşı döker. (Meselâ Muhacir Hafız Ahmed’in kabri başında)

Bu iki örnekten ve 6. Mektûb’dan hisseme düşen en önemli sosyal ders ise şu oluyordu: Bediüzzaman, yaşadığı gurbetlere, Allah’a iman ve O’nu bulmak ekseninde bir çözüm getirmişti. Ama bu çözüm onu insanlardan soğutmamıştı. Tam tersine—ve aslında olması gerektiği gibi—vefa konusunda da onu yetişilmesi zor bir “örnek insan”a çevirmişti. Bu açıdan hadiseye yaklaşınca en ufak şeylerden insanlara darılan, pek çok eski dostu unutan sonra da yalnızlıktan şikâyet eden nefsime iyi bir de tokat gibi oldu bu ders.

Bediüzzaman ve Risâleler bu yaklaşımıyla da, gittikçe yalnızlaşan ve gurbetleri daha derinden hisseden ahirzaman insanına çok güzel açılımlar sunmaktadır.

Yeter ki ciddiye alalım ve hayatımıza aksettirmeye çalışalım... Sosyologların psikologların kulakları çınlasın!

Ahmet Tahir UÇKUN

07.01.2007


Son şahitlerden Mustafa Güleç

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmed Fırıncı’nın (Güleç) kardeşi olan Mustafa Güleç, 10 Ocak 1933’te Bursa İnegöl’ün Yenice Müslüm köyünde doğmuş, 7 Ocak 1989’da İstanbul’da vefat etmişti.

Üstadı ilk ziyaretini de şöyle anlatmıştır:

“İlk gördüğüm 1952’deydi. Bir kaç sefer gördüm. Son İstanbul’a gelişinde de ziyaret edip ellerini öpme saadetine erdim, duâlarını aldım.

“1952 yılında İstanbul’a geldiğinde, Gönenli Mehmet Efendi kendisine bir ev bulmayı söylemiş, ‘Bir ev bulalım, Üstadım’ demiş.

“Üstad da ağabeyim Mehmet Fırıncı’yı kastederek, ‘Ben söyledim Muhammed’e, o evi tedarik edecek’ demiş. Böylece Üstadı bizim evde üç ay misafir ettik. Ve her seferinde yemeği götürüldüğünde, yemek tepsisine parasını bırakırdı. Güya bizde misafir kalıyordu Üstad, ama parasını da veriyordu.

“Birgün ben Üstadı görmeyi arzu ettim. Mehmet Ağabeyime söyledim. O da, ‘İsmail Ağa Camii’nin kapısının iç tarafında bekle’ dedi. Cuma günüydü. Üstad Hazretleri geldi, İsmail Ağa Camii’ni geçti. İleride bir dolmuş durağı vardı. Orada bir taksiye bindi. Ben de taksiye doğru yürümüş bulundum. ‘Bir selâm vereyim’ dedim. Üstad da bana selâm verdi ve bir el işaretiyle ‘Gel buraya’ dedi. (...)

“Ben de cama doğru yürümüştüm, ‘Sen kimsin?’ dedi.

“‘Mehmed’in kardeşiyim, Mehmed Fırıncı’nın.’

“Üstad tanıyamadı. Tekrar sordu. Ben yine ‘Mehmed’in kardeşiyim’ deyince soruyu yine tekrarladı. Yanındaki talebelerinden birisi, Abdulmuhsin olacaktı. ‘Bu Muhammed’in kardeşi Üstadım’ dedi.

“Üstad, ağabeyime ‘Muhammed’ dermiş, ‘Mehmed’ demezmiş. Ve ondan sonra Üstad, ‘Gel’ dedi.

“‘Çok kalabalık oldu Üstadım, binmeyeyim’ dedim.

“Dolmuşta beş kişi vardı. Yani doluydu. Bir de ben altı olacak, sıkışacaklar diye binmek istemedim. Üstad celâlli bir şekilde, ‘Gel buraya’ dedi. Ve bindim. Ben elini öpünce o da benim boynuma sarıldı. Böylece gönüllerin fatihi Üstad Said Nursî bizi de gönlüne aldı, bağrına bastı.

“Üstad, babamı bekliyormuş”

“Beyazıt Camii’ne gittik ve namaz kıldık. Orada talebelerden ikisi ayrıldı, biz tekrar dolmuşa bindik. Fatih-Çarşamba’ya doğru gideceğiz. Bir hayli bekledik. Cuma günü o saatte dolmuş bulmak imkânsızdı. Dolmuşta bir kişilik yer var, fakat binen kimse yoktu. Ben dedim: ‘Devam etsin, bir kişilik ücreti veririz.’

“Üstad, ‘Hayır olmaz!’ dedi.

“Üstad böyle deyince, tabiî ben bir şey diyemedim. 15-20 dakika kadar bekledik. Şoför devamlı ‘Çarşamba! Çarşamba!’ diye bağırıyordu. Nihayet baktım, ileride merhum babam Ahmed Naci Güleç geliyor.

“Üstadın kerâmeti işte! Zaten uzun ve bereketli ömrü hep hârikalarla geçmişti. İşte yine bir kerâmet göstermişti.

“O gün Üstad ayrılacakmış. Yani ertesi sabah gidecekmiş. İşte böyle, nurlu Üstadın elini öpmüş ve nurlu simasını yakından görmüştük. Aynı dolmuşta beraber Fatih-Çarşamba’ya kadar yolculuk etmiştik. İnşaallah Hazret-i Üstad ebedî âlemde de bizleri yalnız bırakmaz, yanına alır.” (Son Şahitler, 4. Cild, s. 326)

07.01.2007


Günlük (7 Ocak 1960)

Menderes ile İnönü’nün Bediüzzaman tartışması

Adnan Menderes ile İsmet İnönü arasında günlerce sürecek Bediüzzaman tartışması, Gazeteciler Cemiyetini ziyaret sırasında sorulan, bir soru ve ona verilen cevapla başladı.

Paşa kendisine yöneltilen bir soruyla, fitili de ateşledi. Milliyet gazetesi diğer gazeteleri de atlatarak, İnönü’nün Bediüzzaman’la ilgili sözlerini, manşetten verdi. Artık, ok yaydan çıkmıştı.

Milliyet, 7 Ocak 1960:

“İnönü, ‘DP seçime gidiyor’ dedi.”

Haberin altındaki spot, Bediüzzaman’la ilgiliydi.

“İnönü, Nursî’nin seçim için vazife almış gibi göründüğünü söyledi.”

İnönü, bundan sonra sürdüreceği tartışmayı, ilk sözlerinde olduğu gibi Bediüzzaman’ın seçimlerde vazife alması iddiası üzerine odaklandıracaktı.

Gazeteciler Cemiyetini ziyaret sırasında İnönü ile gazeteciler arasında, 40 dakika süren soru-cevaplı bir görüşme oldu. İşte sorulardan birisi de Bediüzzaman’la ilgiliydi.

Milliyet gazetesi:

“Soru: Seçimler yapılır mı?

“İnönü: Görüyorsunuz, iktidar seçimlere gidiyor?”

“Soru: Said-i Nursi’nin gezileri de seçim gezisi midir? Adaylığını koyar mı? Tanır mısınız?”

“İnönü: Onu bilemem, ama seçimler için herhalde bir vazife almıştır. Meşrutiyetin ilânı sırasında İstanbul’da kendisine mahsus bir kıyafet içinde dolaşıyor görmüştüm.”

İnönü’nün bu sözleriyle başlayan tartışma, giderek büyüyecekti...

(Serdar Murat, Ankara Siyaseti ve

Said Nursî, Y.A.Neş., s. 45)

07.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004