Bazen, şüpheleriniz size pusu kurar mı? Tam da kendinizden emin olduğunuzu zannettiğiniz bir anda. Hem de sizi etkileyen ve kaynağına çok güvendiğinizi zannettiğiniz bir beyanın esaretine teslim olmak üzereyken.
Kafa karıştıran bu girizgâha isterseniz bir soru ile takviye yapalım. Doğrularınızı test ettiğiniz süzgeciniz, akla dayalı bir yaklaşımın içinde mi kalır, yoksa hissin barometreleriyle mi yükselir? “Ben” merkezli mi bakar, yoksa “öteki” merkezli bir endişenin kriptolarını mı çözmeye çalışır?
Acaba bu seçeneklerin dışında makulü arama şansımız yok mu? Uzlaşmayı sağlamamız mümkün değil mi? Müzakere opsiyonlarımız olamaz mı? Anlaşılabilirliğin boş kutularını doldurma zahmetine giremez miyiz?
Elbette kolay olan, tecrübenin elde kalan hâsılatı korku ve bilgi denen farkın cesareti ile yanılmanın “Ben”le şekillenen şahsiliğinde hemen karar vermektir. Aslında başka ipuçlarına, ilk etapta bize aykırı gibi gelen yeni fikirlere ve daha orijinal perspektiflere ihtiyacımız olduğu dönemlerdir karar süreçleri.
Arzularımıza gerekçe aramak, problemleri fazla kristalize etmek ve çözümü tepkinin kucağına atmak, bizi yaklaşımımızdan ve beklediğimiz sükûnetten uzaklaştırır. Gerginliğimiz, enginliğimize giden kanala tıkaç olur. Buluşmamıza engel teşkil eder.
İstemeyip de maruz kaldığımız veya maruz bıraktığımız hallerin; sebep, sonuç ve haklılık mukayesesi bir yana, birbirini anlamaya matuf bir zeminden ayrıldığı gerçeğinden bakmak ve aynı şeyi düşünmemiz gerekmediği noktasından yaklaşmak, bizim “sınır ve sinir” çizgimizi belirlememizi sağlar.
Buna her insanın ihtiyacı var. Sınır ve sinir, sadece tepki biçimi değildir. İç daralmalarımızla sinir uçlarımızı bastırsak bile zoneye dönüşebiliyor. Sükûnetin kabul edilebilir sevecen akışında bize yönelen değerlendirmeleri ciddiye almak gerekir.
Bunun için bolca kendimizi sorgulamaya, nefis muhasebesine ve kendimizde iyileştirme bekleyen davranışlarımızı gözden geçirmeye hazır olmalıyız.
Kendine ait eksiklikleri görmeyen bir anlayış, ısrarında sabitlenirse, doğruların büyüme hacmini ve genişleme heyecanını kırar. Kendi fanusuna hapis olur. Işık, korunaklı ve atmosferi ılıklaştıran bir aydınlığın karanlığa göz kırpan düzleminde “Ne kör ne topal” savunmasıyla kendini yaşatmaya çalışır.
Eksenimizde dönen çarkımızın yörüngesi varsa, her çarkın da kendine özgü bir başka iç ve özel yörüngesi olacağını kabullenmek gerekir. Yeter ki, kendi ekseninde dönerken aynı zamanda yörüngesinde yol alsın ve güneşin cazibesiyle ana eksene bağlı kalsın.
Bizim hayat yörüngemiz, şahsiliğin kendi ekseninde fayda düşünen makul sınırdaki beklenti dengesi ve otorite ihtiyacı, ana fonksiyonun talepleri ile sınırlandığında, yörüngemizde güle oynaya hem ilerler, hem de gelişiriz.
Biz merkez değiliz. Biz güneş de değiliz. Biz yörünge de değiliz. Biz; kendi hayat ekseninde zatî varlığını emanet bilen, özelini mahremiyetinde eksenleştiren ve niyet yörüngesinde İslâm güneşinin çekici atmosferinde yörüngesini koruyarak kendine ait bir alanda ve genele bakan bir misyonla ilerleyen yolcularız.
İslâm güneşinin merkeze oturduğu bir sistemde, ışıktan aydınlanma, yansıtma ve yansıtılanı takdir, tercih ve kararı muhatabına bırakan bir ayna olma idealinin peşinde koşmak vardır.
Bütün bunlar; iç tefekkürün boy aynamızdaki görüntülerini doğru okumakla, onunla yüzleşme cesareti ve muhakeme ile iç eleştiri yapma hakperestliği ve şefkatimizi başkasına ait görme mehabeti ile mümkündür.
Işığın kubbesinde, gökyüzünün boyutsuzluktan haber veren çağrışımında sonsuzluk duygusunun ilâç olabildiğini düşünerek bu tatminsiz dünyada, iç muhasebenin günü gelmedi mi?
Yeni yılda, yeni bir muhasebeyle mevcut bilânçomuzu doğru okumamız ve ders çıkarmamız gerekmez mi?
Yeni Kurban olmakla; yeni yıla, yeni ufka ve yeni hedefe ve yenilenen hücrelerimizle “tecdid-i imana” hazır mısınız?
Aynamıza daha zevkle bakmak için...
[email protected]
|