Deprem gelmiş neyime?
Şarkıları, Türk Müziğinin unutulmazları arasında yer alan ünlü bestekâr merhum Şükrü Tunar’ın son eserlerinden biri de, Hicaz makamında ve türkü formunda bestelediği “Geceler yerim oldu” diye başlayıp, “Bayram gelmiş neyime?” diye devam eden bir eseriydi. Gençlik yıllarımızda dilimizden düşmeyen bu parçanın, “Bayram gelmiş neyime?” şeklindeki dizeleri, bayram günlerinde bile “çaresiz” olan insanların mutsuzluğunu anlatmaya yetiyordu.
1999 yılında meydana gelen Gölcük merkezli o büyük depremden sonra, hemen her gün gündemdeki yerini koruyan muhtemel “İstanbul depremi”ne karşı ortada duran çaresizliğimiz, bana hep bu türküyü hatırlatıyor. Deprem henüz gelmedi, ama gelse ne olur? Çünkü, hiç ama hiçbir tedbirimiz olmadığı gibi, çaresizliğimizin bile farkında değiliz. Yani, “Deprem gelmiş neyime?” demekten başka söyleyebilecek tek sözümüz yok.
TEHLİKE, KAPININ ÖNÜNDE BEKLİYOR!
1999 depreminin üstünden 7,5 yıl geçti. 16 Ağustos’u 17’sine bağlayan o geceyi herhalde hiç unutmayacağız. Öncelikle Allah’a sığınıp, öyle bir geceyi ya da günü bize bir daha yaşatmaması için duâ ediyoruz. Bu depremden sonra, sık sık gündeme getirilen muhtemel “İstanbul depremi”ne karşı ise, toplumda tam bir “tevekkül”! hâkim. Ancak tevekkül, gereken tedbirleri aldıktan sonra Allah’a boyun eğmek ve O’na teslim olmaktır. Böyle olursa, doğru bir davranıştır. Ne var ki, insan olarak ve bir kul olarak, Allah’ın buyruklarına uymadan ve onun istediği gibi olamadıktan sonra, tevekkülün hiçbir anlamı yoktur.
Bir defa insan olarak en büyük kusurumuz, başımıza gelenlerden “ibret” alamamaktır. Meselâ, her gün, ama her gün televizyonlarda görüntülerini seyrettiğimiz motorlu taşıt kazalarında kaybolan canların sayısı toplandığında, esas depremin karayollarında meydana geldiği görülmektedir. Kazaya uğrayan bir aracın ya da araçların yanından geçerken yerde yatan cansız bedenleri gördükten sonra, “Vah, vah” demekten başka ne yapıyoruz ki? Hangi dersi ya da tedbiri alıyoruz? Hızımızı mı azaltıyoruz, aracımızı çok daha dikkatli mi kullanıyoruz? Hayır, hiç birini yapmıyoruz. Tâ ki, kaza bizim başımıza gelinceye kadar. Tevekkül tamam, ama dikkat göstermeden ya da tedbir almadan yapılan tembelcesine tevekkülün faydasını bugüne kadar kim görmüş ki?
İstanbul için, önümüzdeki 25-30 yıl içinde olabileceği çok yüksek bir ihtimal olarak gösterilen depremi, sadece bazı küçük ölçekli depremler meydana geldiğinde hatırlıyor ve birkaç gün içinde hemen unutuyoruz.
“İSTANBUL DEPREMİ”NDE,
ACABA NEDEN ISRAR EDİLİYOR?
Yer bilimleri (jeoloji) üzerinde çalışan uzmanlar, aralarındaki bazı küçük ayrılıklara rağmen, “İstanbul depremi”nin üstelik en geç 25-30 yıl içinde mutlaka olacağını, ısrarla iddiâ ediyorlar. Karada ve denizde, yabancı uzmanlarla birlikte yaptıkları “sismik araştırmaları” delil gösteren bu bilim adamları, görüşlerinde ısrar ediyorlar. Bu araştırmaların dışındaki bazı işaretlerle de, iddialarını doğrulamak istiyorlar.
Bilindiği gibi, 1509 yılında Sultan İkinci Beyazıt zamanında, 1766 yılında da Sultan Üçüncü Mustafa zamanında meydana gelen ve çok büyük hasarla sonuçlanan “Büyük İstanbul depremleri”, uzmanlara göre bazı ip uçları veriyor. Bu iki depremin arasında 257 yıl olduğuna ve son depremden günümüze kadar da 240 yıl geçtiğine göre, yeni bir felâket için “Süre artık tamamlandı” deniyor.
Uzmanlar, Marmara Denizi’nin ortasından geçen ve adına “Kuzey Anadolu Fayı” dedikleri yer çatlağının hareketlerini çok iyi gözlediklerini söylüyorlar. Bu durumda, bu sözlerin aksi ispatlanıncaya kadar, inanmaktan başka elden hiçbir şey gelmiyor.
SON AÇIKLAMALAR, BİRAZ DAHA ÜRKÜTÜCÜ
Geçen hafta meydana gelen 4,2 ölçekli ve Balıkesir merkezli deprem sebebiyle yapılan açıklamalar, oldukça ürkütücü. Ulusal Deprem Konseyi Başkanı’nın da içinde bulunduğu 4 kişilik uzman grubu, bu depremin muhtemel İstanbul depreminin kesin habercisi olduğunu söylüyor.
Olaya düz mantıkla baktığımızda, iddialar inandırıcı geliyor. Ancak, her biri üniversitelerimizde öğretim üyesi olan uzmanların aralarındaki ihtilaf, bazen “Acaba kandırılıyor ya da gereksiz yere korkutuluyor muyuz?” sorusunu da aklımıza getiriyor. Hele, bu uzmanlardan bazılarının, “Kimi arkadaşlarımız deprem rantı peşinde. Halkımızı korkutup, deprem yönünden bina incelemesi yapıyor ve büyük paralar kazanıyorlar. Kısa sürede zengin oldular” şeklinde yaptıkları açıklamalar, şüpheleri arttırıyor.
DEVLET DEPREME, HALK İSE ALLAH’A TESLİM...
Bu kadar kesin açıklamalara rağmen, muhtemel İstanbul depremi için devletin kılını bile kıpırdatmadığı ortada. Başta Japonya olmak üzere, dünyada depremlerin sıkça görüldüğü her yerden gelen haberler, bizim devletimiz kadar “vurdumduymaz ve umursamaz” bir devletin, herhalde dünyada olmadığını gösteriyor. Meselâ, hemen her gün sallanan Japonya’dan gelenler, hem devletin, hem de halkın bu konuda son derece bilinçlendiğini, tedbir üstüne tedbir aldıklarını, can ve mal kaybının en aza indirildiğini ve halkın huzur içinde yaşadığını anlatıyorlar.
4 yıl önce, depremde kullanılmak üzere, içinde bazı araç gereçleri bulunduran ve İstanbul’da çeşitli alanlara konulan deprem dolaplarının, kilitli olmalarına rağmen soyulduğunu öğrendik. Sonradan anlaşıldı ki, şimdi ortadan kaldırılmış olan bu çelik dolapların anahtarlarının kime verildiği ve kimde olduğu bile hâlen bilinemiyor. Kendi kendimizi nasıl da kandırıyoruz değil mi?
Bir zamanlar devlet dairelerinin girişlerine, yangın için 3-4 tane kum ve su kovasıyla, kazma, kürek gibi araçlar konulurdu. Denetlemelerde, bu tedbiri almayan birim amirleri, üstlerince azarlanır, hatta cezalandırılırdı. Bu araçların bir yangın sırasında hiçbir işe yaramayacağı ise, hiç düşünülmezdi ve yaramadığı da görüldü.
Geçen ay, muhtemel İstanbul depremi için alınabilecek tedbirler konusunda inceleme yapmak üzere İstanbul Valisi’nin Japonya’ya gittiğini öğrendik. Bu seyahatten dönen, ancak alınabilecek tedbirler konusunda henüz bir açıklama yapmayan Vali, Japonya’ya gitmeden önce Belediye Başkanı ile birlikte katıldığı bir TV programında aynen şöyle demişti: “Muhtemel İstanbul depremi için Valilik olarak aldığımız ya da alabileceğimiz hiçbir tedbir yok. Her şeyi, halkımızın sağduyusuna bırakıyoruz.” İstanbul Belediye Başkanı da, zaten Validen farklı bir şey söylemiyordu. Yani, devlet depreme, halk da Allah’a teslimdi.
Aynı maksatla, daha önce Belediye Başkanı da Japonya’ya gittiğine göre, Başkanla Vali oturup, şimdi bu turistik seyahatin anılarını konuşuyorlardır.
PEKİ, TEDBİRSİZ OTURUP,
DEPREMİN GELMESİNİ Mİ
BEKLEYECEĞİZ?
Muhtemel İstanbul depremi gündeme geldiğinden beri, oturup beklemekten başka hiçbir şey yapmıyoruz. Halk olarak zaten yapamıyoruz. İyi, ama acaba devlet neden hiçbir şey yapmıyor? Gölcük depreminden sonra geçen 7 yıl, tedbir alma konusunda az bir zaman sayılamaz. Ancak, geriye dönüp baktığımızda, gözle görülen hiçbir tedbir yok.
Oysa, Ulusal Deprem Konseyi Başkanı’nın geçen hafta komisyon adına yaptığı açıklama, 2034 yılına kadar, ancak her an olması muhtemel olan İstanbul depreminin 6,5-7,5 ölçekli olabileceğini, merkezi Marmara Denizi’nin altında bulunan depremde, en az 150 bin kişinin hayatını kaybedebileceğini, 250 bin kişinin yaralanabileceğini ve 450 bin ailenin de evsiz kalabileceğini, maddî zararın ise, 10-12 milyar dolar olabileceğini gösteriyor. Başkan, bu ihtimalin şimdilik % 35 ile % 70 arasında görüldüğünü, ancak ihtimalin giderek arttığını söylüyor.
Devlet adına konuşan İstanbul Valisi ise, “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Herkes başının çaresine baksın” dediğine göre, artık demek oluyor ki, herkesin bildiği ve sıkça tekrarlanan klasik korunma yöntemlerinden başka, kısa vadede yapılabilecek bir şey yok. Eğer depremde fırsat olursa, binaların üst katlarına (çatı katlarına) sığınmak, çarelerden biri gibi görünüyor. Son edindiğim bilgilere göre, yetebilecek kadar “ceset torbası” hazırmış.
Yazıya, Şükrü Tunar’ın Hicaz şarkısıyla başladık, Coşkun Erdem’in Rast şarkısıyla bitirelim. “Kader böyle imiş, ne söylesem boş...”
|
Naci Akay (E.) İstanbul Millî
30.12.2006
|