Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Sabancı Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ali Çarkoğlu’na hazırlattığı “Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset” başlığını taşıyan rapor, birkaç gün önce Türkiye’ye tanıtıldı.
Bu raporun büyük bir kesimde fazla ilgi gördüğünü söyleyebiliriz.
1999’da yine TESEV tarafından yaptırılan aynı minvalde bir araştırmanın tekrarı niteliğinde olan bu çalışma, geçen süre zarfı içerisinde ve özellikle de AK Parti iktidarında, dinin toplum ve siyaset hayatında nasıl bir evrim geçirdiğini tesbite matuf. Bir diğer ifade ile, “irtica tehdidi” merkezli iddiaların real hayatta neye tekabül ettiği hususunda toplumun nabzı tutulmuş.
(...)
Bu çalışmanın ortaya koyduğu verileri değerlendiren uzmanlar; “dindar”lığın arttığını, buna mukâbil din merkezli siyasetin gerilediğini, laikliğin güçlendiğini ve örtünen kadın sayısında 1999’a oranla yüzde 10’luk bir düşüş yaşandığını ifade ediyorlar.
Son derece önemli bir durum bu.
Kendisini “dindar” diye tanımlayan insanların bu kelimenin içini nasıl doldurdukları önemli. Dinin “dindar” tanımıyla geniş halk kitlelerinin dindar tanımı aynı olmayabilir. Hem bu çalışma hem de şahsi gözlemlerim bunu gösteriyor.
(...)
Mütedeyyin câmianın önemli bir kesiminin; kavramlar dünyasından siyasi projelere, pratik yaşamdan algı dünyasına geniş bir yelpazede İslâm’ı azaltarak ortaya çıkardığı “light İslâm”, “ılımlı İslâm” tam da bu hâli ifade eder. İnsanların günlük yaşamlarına, alışkanlıklarına, zaaflarına müdahale etmeyen bu yeni İslâm yorumu, daha geniş kesimlerde alıcı bulmakta zorlanmıyor.
İnsanlar, hem günahkâr hem de dindar olmanın yolunu keşfedince kendisini dindar diye tanımlayanların sayısı da artmıştır. Bunda, alim müsveddesi medya maymunlarının rolü azımsanamayacak kadar bir yer işgal eder.
Ama sadece bunlar mı? Elbette değil.
Bu dönüşümde, 28 Şubat baskıları önemli işlev görmüştür. Her baskıyla beraber daha fazla “takiyye”ye sığınan kimi büyük cemaatler, siyasi yapılanmalarda yer kapmaya çalışanlar ve de tesettür modacıları, bu yaşananlarda vebali paylaşmaktadırlar.
Takiyye hâli, yeni içtihatlarla, ârızî olmaktan çıkıp yaşam tarzına dönüşünce yeni bir fıkıh anlayışı yaygınlaşmıştır. Hz. Peygamber (sav)’in “Helal bellidir, haram bellidir” dediği alan flulaşmış, İslâm’ın kırmızı çizgileri bu yeni din algısında anlamını yitirmeye başlamıştır.
Bir cemaatin tv kanalında, ilgiyle izlenen haftalık bir dizide, ideal Müslüman hanım tipolojisi, öğretmenlik yaparken fedakârlık edip başını açan, sokağa çıktığında ya da evinde başını kapatan olarak resmedilebiliyor.
Daha önce serdedilmiş şu yargı cümlesi; “Başörtüsü furudur”, kanaatime göre “itikad esasları”na kıyasen söylenmişti. Ama bu tür yayınlar sayesinde bu beyan, genç zihinlerde, “başörtüsü teferruattır”a evrilmektedir. Böylece, hem başını açıp, hem de kendini dindar gören, öyle tanımlayan bir olguyla karşı karşıyayız.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Ama şu da âşikâr ki, dindarlığın içi boşaltıldıkça kendisini dindar olarak tanımlayanların sayısı da çoğalmaktadır.
V
Vakit, 25.11.2006
|