Atatürkçü muhalefet kendi içinde birden çok fazla parçaya bölünmüş durumda. ‘En uçta’ diyebileceğimiz kesimler, 1946’dan, hatta iddia üzerine 1938’den sonrasını ‘karşı devrim süreci’ olarak niteliyorlar. Mesela Mümtaz Soysal’a göre karşı devrim 1950’de Demokrat Parti’nin iktidarıyla başladı.
Ama rahmetli Doğan Avcıoğlu’na (ve yine rahmetli Attilâ İlhan’a) göre karşı devrimi başlatan adımı İsmet Paşa 1938’de İngiltere ile serbest ticaret anlaşmasını imzalayarak attı.
Her neyse bu tartışmalar bir yana, Atatürkçü muhalefet içinde azımsanmayacak bir kesim, Atatürk’ü ve onun kendilerine göre seçtikleri bazı sözlerini neredeyse Tanrı kelamı gibi görme, bu hayallerindeki Atatürk’le ve onların neredeyse kutsal saydıkları sözlerle uyuşmayanları da her türlü despotik yöntemle susturma eğilimindeler. O kadar ki, mesela özelleştirmeyi Atatürkçülüğe aykırı görüyorlarsa hemen meşhur gençliğe hitabeden ‘bütün tersanelerine girilmiş...’ diye başlayan bölüm yeniden ortaya çıkıyor vs.
Ben kişisel olarak Atatürk’ü yanılmaz, eleştirilemez ve daha da önemlisi aşılamaz görmenin Atatürk’ün bize bıraktığı en önemli miras saydığım kendi aklımızı kullanmamızla ilgili öğüdüne ihanet sayıyorum.
Atatürk’ü eleştirilemez görmek bizi despotizme götürür, akıl tutulmasına yol açar.
Radikal, 25.11.2006
|