AB Komisyonu’nun “Türkiye İlerleme Raporu” beklenenden farklı çıktı mı? Beklediğimiz gibi çıkmadı mı?
Evet, beklenenden farklı çıktı. Hayır, tam olarak beklediğimiz gibi çıkmadı. Beklenen ve beklediğimiz, Rapor’un bir “Türkiye fotoğrafı” çekmenin ötesine gitmeyeceği, “tavsiyeler”e başvurmayacağı ve topu, 14-15 Aralık’taki AB Zirvesi’ne bırakacağı idi. İlerleme raporlarına, birer “Türkiye karnesi” demek yanlış olmaz. Bu seferki “karne”nin bir sürü “kırık not”la dolu olacağını bekliyorduk ama sonucun “sınıfta kalmak” diye ilan edilmeyeceğini, yani “müzakerelerin askıya alınması”nın önerilmeyeceğini biliyor, bekliyorduk.
Bu olmadı. Ya da, çeşitli fasılların müzakeresinin askıya alınmasının—ki, bu da bir tür “bütünlemeye kalmak” demek-tavsiye edilmeyeceğini bekliyor—duk. Bu durumda, Türkiye’ye bir nevi “mazeret sınavı” hakkı tanımak demek olan bir “karne”nin ötesine gitmeyeceğini bekliyorduk. En “ehveni” buydu ve beklenen de böyle olacağı idi. Ama, “İlerleme Raporu” böyle çıkmadı. Sonuçlar bölümüne yerleştirilen bir paragraf ile “mazeret sınavı” adeta “bir aylık” bir süreye sıkıştırılan kırıklı bir karne çıktı ortaya. Zirve tarihine dek, “Finlandiya önerisi” tekrar servise sokulacak ve Kıbrıs konusunda bir ilerleme olup olmadığına bakılarak, Komisyon, AB Zirvesi’ne “tavsiye hakkı”nı koruyacak. Belki, yukarıdaki tavsiyelerden birine gidecek.
***
Avrupa Komisyonu, “İlerleme Raporu”nu yayınladığı vakit, o Rapor, o yıl için bir “nihai metin”, değiştirilemez bir “karne” niteliğindedir. Komisyon, bildiğimiz kadarıyla ilk kez, görülmemiş, “istisnai” nitelikte bir uygulamaya giderek, kendi Raporu için adeta bir aylık bir avans alıyor. Nihai “İlerleme Raporu” bu değil; “tavsiye hakkı”nı ve “tavsiye ihtimali”ni saklı tutarak, bir ay sonra, Zirve’ye sunacağı.
Bu görülmemiş yeni uygulama, önümüzdeki bir ay içinde iki hususa birden, aynı anda işaret ediyor: 1. Kıbrıs’a ilişkin Finlandiya Dönem Başkanlığı’nın sürüklediği diplomatik faaliyet olağanüstü yoğunlaşacak; 2. Türkiye’de AB ilişkilerinin durumu ve —arada Kıbrıs konusu—bugüne dek olduğu gibisinden savsaklanamayacak veya bir “zero-sum game” haline sokularak izlenemeyecek bir tartışma konusuna dönüşecek. Hükümet’i hayli zorlayabilecek ve Türkiye’de bir hayli demagoji ve polemik kaldırmaya müsait, bir aylık bir baş döndürücü sürecin girizgahındayız. Geçen yılki “İlerleme Raporu”nun “kırık notları” aşağı yukarı, aynen bu Rapor’da da bulunduğu, yani Türkiye’nin “reform süreci”nde ve Türkiye-AB ilişkilerinde anlamlı bir gelişme bir yıldır sağlanmadığı için, önümüzdeki bir aylık sürede, Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı terazinin karşı kefesine yerleştireceği karşı-kozları da, genişleyebilecek manevra alanı da pek bulunmuyor.
Bir olumlu husus, Finlandiya’nın ve genel olarak Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’ye ilişkin hayırhah yaklaşımı. Komisyon’un, bu arada bizzat Genişlemeden Sorumlu Olli Rehn’in AB’deki Türkiye karşıtlığına azimle karşı koyduğunu unutmamalıyız. Öyle ki, Tayyip Erdoğan’ın 301 konusunda “sivil toplum örgütleri” temsilcileriyle toplanıp, “değişiklik önerisi” talep etmesi ve 301’in değişebilirliği sinyalini vermesi bile 48 saat içinde Komisyon çevrelerini Türkiye lehine heyecanlandırdı. Önümüzdeki bir ay içinde, yani Zirve’ye kadar bu yönde bir gelişme sağlanması, bir hayli etkili olacağa benziyor. Bundan üç hafta önce, 301’in Kıbrıs’tan bile “öncelikli” hale gelmiş olduğunu vurgulamamızın boş olmadığını hep birlikte görüyoruz.
***
Kıbrıs konusundaki tıkanıklığın bir ay içinde nasıl aşılabileceğini ve Türkiye-AB ilişkilerini nasıl “raydan çıkartmayacağı”nı biz de merakla gözleyeceğiz. Zira, Finlandiya’nın “yazılı metin” resmiyetine kavuşmamış ama mevcut haliyle Türkiye’nin kabulüne imkan bulunmayan önerisinin canlandırılması, ortadaki sıkıntıyı gidermek bir yana, Türkiye-AB ilişkisinin çok ciddi bir “kriz”e yuvarlanması demek. AB Zirvesi’nin Türkiye’ye ilişkin tavrını belirleyecek “siyasi irade”nin Türkiye ile ilişkilerde, Ortadoğu’nun mevcut durumu bir yandan, Washington’un görünmeyen ama bilinen baskıları diğer yandan göz önüne alındığında, bir “kriz” istemeyeceği tahmin edilebilir.
Ama, bugünkü haliyle, bu işin altından nasıl kalkılabilecek? Finlandiya önerileri, Türkiye’yi tatmin edecek bir değişiklikten geçerse. Daha doğrusu şu; şunu demek istiyoruz: İlerleme Raporu’nun bu kez, bu haliyle “nihai olamaması”, önümüzdeki ay AB’nin adeta “dahiyane bir formül” bulamaması, bir “facesaving formula” üretmemesi halinde “kriz” üretir; “tren kazası”nı önlenemez hale getirir. Türkiye’nin mevcut güçler dengesinde, bunu ortadan kaldırabilecek iradesi de, mecali de yok çünkü...
Bugün, 9.11.2006
|