Her şey ölçülemiyor, ölçülebilseydi şu sorunun cevabı göz açıcı olabilirdi: “Devlet içi çatışmalar yaşanmasaydı da bütün birimler birbiriyle dayanışma içerisine girerek ülkenin çıkarları, vatandaşın huzur ve refahı için çalışsaydı, Türkiye bugün nasıl bir durumda olurdu?”
Ölçemediğimiz için soruya somut ve rakamsal bir cevap veremesek bile bildiklerimizden hareketle gerçeğe yakın bir tahminde bulunabiliriz: Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük atılımları, çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra iktidarda tek partinin bulunduğu yıllarda yaşandı. Bugün de durum aynı: OECD ülkelerinde büyüme oranları son yıllarda hızla düşüyor; tek istisna dört yıl üstüste ortalama yüzde 7 oranında büyüyen Türkiye...
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, hatta 28 Şubat dönüm noktalarına ekonomik açıdan yaklaşıldığında bu durum daha açık görülebiliyor. Sisteme sistem dışı müdahaleler ekonomiye iyi gelmiyor; sesi çıkabilecek bütün kesimlerin sindirildiği bir ortamda ekonominin de başını alıp gitmesi gerekmez mi; ama öyle olmuyor, siyasete ket vuran disiplin kalkınmayı da vuruyor.
Sisteme sistem dışı müdahaleler ekonomiye yaramıyor da, topluma herhangi bir olumlu yansıması oluyor mu o müdahalelerin? Tek yarar, müdahalelerin herbirinde ‘gerekçe’ olarak kullanılan terör eylemlerinde kaydedilen azalmada görülüyor; ancak terörün mü müdahaleye yol açtığı, yoksa müdahaleye kalkışanların mı gerekçe olarak kullanmak üzere terörü kışkırttığı ciddi bir tartışma konusudur.
Böyle bir tablo karşısında, aklı başında olan hangi insan, demokratik sisteme müdahale bekler?
Bu soruyu bir boşlukta sormadığımı biliyorsunuz. Son günlerde müdahale ortamlarına özlem belli köşelere yansımaya başladı. ‘İrtica’ şu sıralarda en fazla işitilen sözcük; o sözcüğün yaygın kullanıma girmesi, geçmişten biliyoruz, hiç de hayra alâmet değil. 1 Ekim’de Meclis yeni yasama dönemine başlıyor ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in açılışta yapacağı konuşmada çok sert cümlelerin yer alması bekleniyor. Ertesi gün Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt Kara Harp Okulu’nda konuşacak; televizyonların canlı yayınlayacağı konuşmada, gazetelerin yazdığına göre, Başbakan Erdoğan’ın aynı gün Washington’da görüşeceği George W. Bush’a da mesaj verilecekmiş...
Devlette ‘kuvvetler ayrılığı’ güçlü demokrasilerin temel özelliğidir; ancak kuvvetlerin atomize olup herbirinin diğeriyle itişip kakışması da devleti zaafa uğratır. ‘Kuvvetler ayrılığı’ devleti oluşturan birimlerin birbirinin gözünü oyması anlamına gelmez; bütün birimlerin halkın refahı için hizmette yarışını sağladığı için önemlidir o temel özellik... Bizdeki durumu ise görüyoruz.
Üzerlerinden uzunca zaman geçtikten sonra bile müdahaleleri öven sapkınlar çıkabiliyor, ancak önemli olan o tiplerin veya darbecilerin kendilerini savunmak için yazdıkları değildir; önemli olan, tarihin darbeler hakkında yazdıklarıdır. Geçmişte yaşanan dört müdahale, Türk siyaset tarihinin en utanılası ayıpları arasındaki yerini şimdiden almış bulunuyor.
Evet, devlet birimlerinin birbiriyle uyumlu çalışmaması yüzünden Türkiye’nin neler kaybettiğini ölçüp biçerek söyleyemiyoruz, ancak insanlarımız sağduyularıyla gerçekleri her zaman keşfedip ellerine geçen ilk fırsatta müdahalecilere derslerini vermekte tereddüt etmiyor. Kervan yine yola koyuluyor, ama olan o ara dönemlerde kaçan fırsatlara oluyor. Dışa en büyük tâvizler de demokrasiden kopulduğu dönemlerde veriliyor.
Kimse kimseyi aldatmasın: Sistemi zorlayan, uyumu bozan, gücünü yanlış kullanan herkes, kim ve hangi konumda olursa olsun, bunun karşılığını mutlaka görüyor. Tarih bilimi bunun için var.
Yeni Şafak, 29 Eylül 2006
|