Gündem ne kadar hareketli açıkçası kestiremiyorum. Bir yanda son elli yılda üç milyonuncu kez irtica tehdidine karşı uyarılmak harekete geçmem için bir neden teşkil etmiyor.
Bu benim için, annemin evden çıkarken, ‘dikkat et üşürsün’ demesinden daha farklı tınlamıyor. Üzgünüm ama konuyla ilgili duyarlılığımı yitirmiş durumdayım. Sürekli konuyla ilgili uyarılmam şu hastalıklı beyine ters etki yapmış durumda...
Öte yandan TCK 301 var.
Biliyorum pek kürek çekmediğim sular bunlar ama kaçmak imkansız gibi.
Bu sorunların sanırım geçtiğimiz yüz yılda çözülmüş olması gerekiyordu değil mi? Çözülemediği için de her daim karşınıza çıkıyor.
Olmayan bir özgürlüğüm var ve bu olmayan özgürlüğüme sahip çıkmam, tehditlere karşı uyanık olmam gerekiyormuş!..
(...)
Ve biz hala bir asır öncesinin dünyasında yaşamak için çaba sarf ediyoruz. O yüzden kafamız karışık, o yüzden asabiyiz, o yüzden kendimizi pek sevemiyoruz... Bu bakış açısı raf ömrünü tüketti.
Kapağı her açtığınızda bayat bir koku ortaya çıkıyor ve vatandaş duyarlılığı da doğal olarak azalıyor. Yani burnunuzu tıkamaya başlıyorsunuz.
Geçenlerde Japonya gezimle ilgili bir yazı kaleme almıştım. Galiba mizah adına biraz kantarın topuzu kaçmış. Resmen hafif tonlu hakaret etmişim.
Japonya Büyükelçiliği Basın Ataşeliği’nden bir e-mail geldi. Çok nazik ve çok hoşgörülü bir şekilde önyargılarımın ve belki de hakaretlerimin gerçeği yansıtmadığını söylüyorlardı. Çok neşeli bir serzenişti.
Peki bir Japon benim yazdığım tonda bir Türkiye izlenimi yazsaydı ne olurdu acaba?
Cevap veriyoruz: Katl-i vacip!
Hiç farkı yok...
301 sayesinde de çok adam ekmek yedi. Her iki taraftan da üstelik...
Ve gelin geçen yüzyılda yaşamaktan vazgeçelim artık.
Akşam, 27.9.2006
|