Son dönemlerin sert konuşma görevini üstlenen tüm Kara Kuvvetleri komutanları gibi dün de İlker Başbuğ esip gürlüyordu. “Askerin siyaset üzerindeki ağırlığı tabiîdir, irtica tehlikeli boyutlara ulaşmıştır” vurgusuysa…
Hedef kim, niyet ne diye sormanın hâlâ manası var mı?
Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden birisi “siyasi alanın daralması, siyaset mekanizmasının zaten eksik olan gücünün biraz daha kırılması”dır. “Siyasetçiye öfkeden kaynaklanan ama sonunda siyasi mekanizmayı hedef alan bir siyasallaşmanın üremesi”dir.
Bu tehlikedir çünkü:
Siyasi alanın yetkilerinin devlete aktarılması, “temsili meşruiyetin zedelenmesi”ne ve “toplumsal taleplerin, katılımın devre dışı bırakılması”na, örneğin AB gibi temel tercihlerde “siyasi kararlara katılma kanallarının tıkanmasına” zemin hazırlar. Kısacası “siyaset-toplum arasındaki kopukluğa yol açar”. Bu kopukluk ise toplumu demokratik kurallar içinde yönlendirmeyi imkansız kılar. Böyle oldukça “yönetimden devlete uzanan, otoriterleşmeyi tahrik eden, tahrik ettikçe sorunları azdıran bir kaosa işaret eder”.
Tehlikelidir çünkü:
Siyasi alanın daralması aynı zamanda “siyasetin doğal işlevlerinden de arındırılması” demektir.
Çünkü siyaset tartışabilmek; kararları müzakere ederek almak demektir. Siyaset temsil demektir; bir ya da birden çok kesimin ortak isteğini hem siyasal hem toplumsal alana taşımak demektir. Bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar, yasalar, ilkeler çerçevesinde karşı karşıya gelmeleri, birbirlerini etkileyerek kararlara zemin oluşturması demektir. Siyaset düşünce özgürlüğü demektir; çünkü farklı kesimler ve talepler arasındaki ortak payda üreten alışverişlerin tek vasıtasıdır düşünce özgürlüğü...
Bunlar olmadan ne huzur olur ne de refah...
(...)
Şimdi, “tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkıyor” benzeri bir soru sormakta ısrarlıysanız, şunu gözardı etmemeniz gerekir:
Türk siyasal sistemine egemen olan, toplumsal, siyasi, kültürel her sorunu güvenlik işi olarak gören ve siyasi tedbirleri asayiş tedbirleri haline dönüştüren “milli güvenlik ideolojisi” bu daralmada tayin edici rol oynar.
Milli güvenlik ideolojisi etrafında örgütlenmiş devlet kurumları ve mevzuat, siyasi partilerden gelse bile asayiş mantığı dışındaki her tür politika ve tartışmayı hedef alır. Sadece siyasetçinin kullanacağı bilgiyi üretip, ona dayatmakla kalmaz, başka bilgi tür üretimini kontrol altında tutar, hatta yasaklar.
Siyaset alanı bu yolla dışarıdan daraltılınca, siyasi alana, etik ve kural yerine, kişiler ve gruplar arasındaki ilkesiz çıkar kavgalarının, makro politikalar yerine güçlenmeye yönelik rant kavgalarının hakim olması şaşırtıcı olmaz.
Bu ülkede değişmeyen işte budur...
Yeni Şafak, 26.9.2006
|