Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yüce Sevgili

Yeni Şafak’ta yazmaya başladığımdan beri birkaç kez önceki Papa ile şimdiki Papa’yı karşılaştırmak zorunda kaldım. Maalesef Papa Benedikt son konuşması ile Yüce Sevgili’yi sevenleri tekrar üzdü. Yüce Sevgili ve pâk Ehl-i Beyt’i bu gibi dil uzatmalardan zarar görmez, fakat Papa kendisine yazık eder. İblis’in; Vatikan “ülkesi”ne girmek için vizeye, pasaporta ihtiyacı yoktur.

Papa’ya da yaklaşır ve kandırabilir. Saint François hâlinde olanlar, gönüllerinde hâkim olan İsa Mesih sevgisi ile, şeytanî iğvadan büyük ölçüde kendilerini koruyabilirler, fakat “Cem’-i kütüb ile ref’-i hucub” kaabil değildir, kitabî bilgi yığmakla insan Allah’a yaklaşamaz. Yüce Sevgili’nin mübarek gönlünü incitenden de ne Allah, ne Mesih, ne Meryem hoşnut olur. Papa’nın diplomatik bir özür dileme beyanı önemli değildir, kendisini kurtarmak istiyorsa tövbe etmesi ve nâdim olması gerekir. Yoksa, Benedikt’in Maledikt olması ân meselesidir.

İblis; yüzyıllar önce, devrin papasını kandırmış, bu papa da Dante’nin şeytanı olmuş ve “Divina Commedia”, “Şeytanî Trajedya” haline gelmiştir. Bu sebeple ben hiçbir zaman evime “Divina Commedia”yı sokmadım, “Şeytan Âyetleri”nin hiçbir çevirisini veya aslî dilindeki nüshasını sokmadığım gibi! Yüce Sevgili’ye ve Ehl-i Beyt’e saygısızlık eden kitaplar şeâmet ve felâket getirirler. Dante, Berzah Âlemi’ne intikal etmek üzere olduğu son dakikalarında, Dünya’ya tekrar dönme izni alıp da bu yanlışını düzeltebilmek ve İtalyanca “Mevlid” yazarak ölebilmek için kimbilir nasıl çırpınmıştır! Fakat buna izin verilmez ve Berzah Âlemi’nden sonra Cehennem Şifahanesi’nin yolu görünür. Daha sonra da İblis’e uymuş şairlere de sapıklar, aldanmışlar uyarlar ve ilgili ülkede çok tehlikeli bir kültür zehirlenmesi (manevî çevre zehirlenmesi) doğar.

Monsenyör Maroviç, “Sevgide müminlere en yakın” olan Hristiyanlardandır. Papa’nın İkinci Vatikan Konsili’nden sonra başlayan süreç gözönünde tutulursa böyle bir söz söylediğine inanamıyor. (Yeni Şafak, 15 Eylül 2006) Ben de bu sözlerin tekzib edilebilmesini isterdim.

İçten ve çok yoğun bir Resulullah-Habibullah sevgisi; ülkemizin esenliği ve güvencesi demektir.

Sevgi değil hased ve kin ehli olanlar; bunu farkettikleri için, Ehl-i Beyt’in reisi olan Yüce Sevgili ve Ehl-i Beyt’i hakkında nice asılsız ve sevgiye engel olan isnad ve iftiralar icad etmişlerdir. Bunlara asla kapılmayıp Yüce Sevgili’ye çok güçlü bir sevgi bağı ile bağlanırsak ülkemizden kinin, hasedin, Karun gibi zengin olma hırsının, fısk ve fücûrun bütün şeâmet ve felâketleri de silinir-gider. Allah ile sevgi ilişkisine girebilmenin; Yüce Sevgili’nin gönlüne girebilmekten başka yolu yoktur.

Papa bu tutumu ile -kendisini de Deccal bilen- kin ve hased ehli “neocon” çılgınları sevindirmiş, dostlarını üzmüştür. Bu fitne kıvılcımının ateşinin yayılmaksızın söndürülmesi gerekir. Sevgi ehli olan bizler de bu gibi durumlarda uyanık ve tetikte olmalı, tahriklere kapılmamalıyız. İblis’in; Vatikan için nasıl ihtiyacı yoksa, ülkemiz için de pasaporta ve vizeye ihtiyacı yoktur. Avrupa ve bütün Yeryüzü’nde aynı kural yürürlüktedir. Son günlerde Fransa Cumhurbaşkanı adayı Sarkozy de kendisinden bekleneni yapmış ve Bush’a biy’at etmiştir. Bunlara şaşılmaz, fakat Papa’nın sürçmesine şaşarız ve üzülürüz. Yine ve özellikle Yüce Sevgili’ye bağlı olduklarını açıklayan Müslümanların fitne ateşinin yayılmasına alet olmaları; gerçek Hristiyanlarla Sevgi ve Adalet yolunda işbirliği yapmamızı istemeyenleri ve engellemek için bin türlü oyun çevirenleri sevindirir. İsmail Ağa Camiî’nde bir kardeşimizin örtülü bir terör olayı sonucunda katledilmesinin; Ortodoks Patrikhanesi ile hiçbir ilişkisi yoktur.

Bütün eylemlerimiz Yüce Sevgili’ye arzedilmektedir. O’nu seviyorsak, onu üzecek eylemlerden sakınırız. (Tevbe, 9/105). Ne mutlu O’nu sevenlere!

Yeni Şafak, 17.9.2006

Hüseyin HATEMİ

18.09.2006


 

Papaya rağmen diyalog

Papanın yaydığı zehirli gaz, gazlı içecekleri gölgede bıraktığı için o konuya ara verip bununla ilgilenmek gerekti. Gayr-i Müslimlerle ilişki konusunda teorik olarak üç seçenek var: 1. Çatışma, 2. İlgisizlik, 3. Diyalog.

Dinimiz çatışmayı, şiddete başvurmayı, savaşmayı mutlak (kayıtsız şartsız) olarak değil, şartlı olarak caiz görüyor; şart da, karşı tarafın bizimle din veya toprak yüzünden savaşa girmesidir; yani Müslümanları dinlerinden döndürmek veya topralarını ellerinden almak için savaş açmalarıdır (Mümtehine suresi: 8-9). Bu takdirde Müslümanların kendilerini korumaları zorunludur, farzdır. Böyle bir durum yoksa Müslümanlar, gayr-i Müslimlerle barış içinde yaşarlar. Gayr-i Müslimler yönünden açık ve kesin bir tehlike varsa bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için gerekli tedbiri almak da tabiidir. Ortada meşru ve zaruri bir durum/sebep olmadıkça çatışma, şiddet, savaş İslam’ın tercihi değildir. Hristiyanlık tarihi, Hristiyan veya aynı mezhepten olmayanları dinlerinden ve mezheplerinden döndürmek için yapılan baskılar, savaşlar ve katliamlarla doludur, ama İslam tarihinde “Ya Müslüman ol, ya da boynunu kılıca uzat” şeklinde bir dayatmanın tek örneği bulunamaz. Cihad ve fetihler din (zorla dine sokma) savaşı değildir.

Hz. Peygamber devrinde bile çeşitli gayr-i Müslimlerle birçok ilişki kurulmuş, kimileriyle savaş, kimileriyle barış, kimileriyle antlaşma yapılmıştır. Bugün ise dünya küçülmüş, milli sınırlar şeffaflaşmış, uluslar ekonomik, ticari, siyasi, kültürel... bakımlardan adeta iç içe girmişlerdir. Böyle bir zeminde gayr-i Müslimlere karşı ilgisiz kalmak mümkün değildir.

Geriye üçüncü yol kalıyor ki, bu da farklı gruplar arasında diyalogdur. Diyalogun amacı, “dinler ve kültürler arası çatışmanın kaçınılmaz olduğu” tezine karşı, “farklı grupların bir ülkede ve bir dünyada hürriyet ve adalet içinde beraber yaşamalarının mümkün olduğu”nu ispat etmektir, bunu yaşayarak göstermektir. Diyalog ne tavizdir, ne de başkalarını hoşnut kılmak için değişmezleri değiştirmektir; diyalog karşılıklı olarak, tam da yukarıda yerini gösterdiğimiz âyette Kur’an’ın dediği gibi “gayr-i müslimlerle iyilik ve adalet çerçevesinde ilişki kurmak”tır.

Papanın Almanya’da yaptığı açıklama işte bu diyalogu kurşunlamaya yöneliktir veya maksat bu değil ise de konuşma aynı sonucu doğurmaktadır. Ölen papa diyalog yanlısı idi, bu papanın diyaloga soğuk baktığı biliniyordu, konuşmasında işte bu soğuk bakış yankılanmaktadır.

Peki papanın amacı Müslümanlar ve ötekilerin lehinde midir, aleyhinde midir? Yani diyalog yerine çatışma, dışlama, nefret konduğunda bu tutum dünyamızı daha iyi bir noktaya mı götürecektir? Elbette ki hayır. Ama ne yazık ki, unvanı ve yeri itibariyle koskoca papanın gözünü din taassubu bürümüş, basireti yok olmuş, insanlığı şiddete sürüklüyor. Bu oyuna gelmeli, “al sana şiddet” diyerek onun ekmeğine yağ mı sürmeliyiz, yoksa basiretli hareket ederek, gerçekleri uygun yollarla anlatarak papanın oyununu bozmalı mıyız? Bana göre ikincisi.

Yeni Şafak, 17.9.2006

Hayreddin KARAMAN

18.09.2006


 

İsmailağa ile başlayan gelişmeler üzerine...

-İsmailağa Camiinde bir cinayet işlendi, cinayeti işleyen de arkasından öldürüldü. Caninin linç edildiği iddiaları ortaya atıldı. Olayla ilgili en yalın gerçek şu: Ortada bir adli vak’a var. Bu araştırılacak, soruşturulacak, yargıda sonuç alınacak.

-Oysa olay, bu adli vak’a mahiyetinden çıkarılıp, cemaatlerle, tarikatlarla, onun üzerinden güvenlik bürokrasisindeki tasarruflarla, onun üzerinden hükümetle hesaplaşmaya dönüştü.

*Evet bir cemaat - tarikat sorunu hep canlı kalsın, istenir. Bir takım insanlar, dini duyguların da sağladığı coşkuyla farklı alanlarda topluma hizmet vermeli mi, yoksa hep örtülü bir tehdit unsuru olarak mı algılanmalı? Devlet hep, bir takım vatandaşlarından tehdit potansiyeli mi üretmeli? Dolayısıyla devlet, hep bir kısım vatandaşı ile sorunlu mu olmalı? İsmailağa adı altında korkunç bir örgüt ortaya çıkarmak, bu mantığın tabii uzantısı gibi görünüyor. “Mahmut efendi için çete davası açılacak!” Bakın şu işe... Hasta yatağından kaldırıp mahkemeye çıkarmak sistem adına ne müthiş bir başarı olurdu!!! değil mi? Fethullah hoca için açtık! Yargıladık, yargıladık, ne oldu? Ne kazanıyoruz böyle yapmakla ülke adına?

*Benim kanaatim şu ki, bu olay bahane edilerek, emniyet birimlerindeki farklı eğilimler birbirini altetmeye çalışıyorlar. Medyaya geçmiş dosyalardan bilgi servisi yapılıyor. Emniyet birimlerinin İsmailağa üzerine gitmediği, bunun sebebinin “emniyet içinde örgütlenmiş bulunan ideolojik yandaşlık” olduğu izlenimi oluşturulmak isteniyor.

*Bundan sonraki adımda ise, iktidarı, dindar toplum kesimlerinin üzerine yürütmek, bunu yapmadığında “irticayı koruyor” propagandasını işletmek, bunu yaptığında ise, iktidarı toplumsal zemininden koparmak hesapları yatıyor.

-Bu meselede CHP lideri Baykal’ın tavrı ayrıca üzerinde durulmayı hakediyor. Baykal bu olayda İsmailağa cemaatini suçlarken, “devlet içinde devlet”temasına sarıldı. Ona göre “İsmailağa’nın bir tek bardağı eksik”ti. Bu üslupla Baykal, yargı sürecini çoktan geçmiş, polis, savcı ve hakimlik statüsünü çoktan üstlenmişti; kesecek, biçecekti. Hadise, Baykal’ın derinden akan dünyasını bir kere daha su yüzüne çıkarmıştı. O, arasıra muhafazakarlara da seslenir, onlardan da başbakanlık dilenir, ama o hassas noktaya geldiğinde, kendine sahip olamaz, dindar kesimlerin üzerine veryansın etmekten kendini alıkoyamaz. İnsan düşünüyor, böyle bir adli vak’ada, Baykal başbakan olsa acaba nasıl davranırdı, polisi “cemaat”in üstüne nasıl gönderir, ortalığı nasıl tarümar ederdi?

-Olayın tahlilinde üzerinde durulması gereken bir başka konu, “ülke insanlarının kıyafet üzerinden aşağılanması” meselesinin bir türlü gündemden düşmemiş olmasıdır. Giysileri sebebiyle insanları aşağılamak, belki en gaddar özgürlük katlidir. Çarşaflı bir kadının resmini çekip, altına aşağılayıcı ifadeler yazmak. “İşte Türkiye” yollu propagandalar geliştirmek, insanların sakalını, saçını, başındaki veya üzerindeki giysiyi gülünçlükle tanımlamak bir türlü önü alınamayan sapkınlıktır. İnsanları giysileri yüzünden beğenmeme hakkı, insanlara kıyafet dikte etme hakkı, modayı en iyi ben bilirim iddiası, “benim hoşuma gitmeyen giysiyi bile giyme hakkın yok” dayatmacılığı... Yani neresinden bakacaksınız bu yaklaşımın hangi çağın toplum - yönetim ilişkisini resmettiğini okumak için?

(...)

Gelelim yeniden meselenin yalın niteliğine:

Ne var ortada?

Bir cinayet ve cinayeti işleyenin öldürülmesi...

Çalışsın yargı ve gerçeği ortaya çıkarsın. Herkes de işlediğinin bedelini ödesin. Ondan ötesi, yani bir topluluğu medyada yargısız infaza tabi tutmak, zaten açık biçimde yargıyı saptırma girişimi olacaktır.

ahmettasgetiren.com.tr, 14.9.2006

Ahmet TAŞGETİREN

18.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004