Hükümet Lübnan’a asker yollama konusunda kararlı. Bunun ilk nedeni Ortadoğu’da çokyanlı ve aktif bir rol oynama arzusu. Bunun gerçekleşmesi için Barış Gücü’nün, Türkiye’nin tartışmasız liderliğinde tam anlamıyla başarılı olması gerekiyor. Her türden başarısızlık Türkiye’nin bölgedeki işlevini olumsuz etkiler.
Kuşkusuz “Biz Lübnan’a asker yollarsak ABD de kendisini Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı bir şeyler yapmak zorunda hisseder” düşüncesi de hükümet çevresinde etkili oluyordur. Bu beklenti üzerine fazla konuşmak gereksiz; “yapacağı varsa çoktan yapardı” demek yeterli.
Daha önemli bir nedense, AKP’nin, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesi, başta ABD olmak üzere Batı dünyasıyla ilişkilerini alabildiğine iyi tutmak istemesi. Daha açık ifadeyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2 Ekim’deki Beyaz Saray ziyareti öncesi Başkan George W. Bush’a jest yapmak istiyor.
Bu strateji birçok açıdan zaaflı:
1) Bush’un popülaritesi hızla azalıyor. Özellikle Ortadoğu’ya yönelik politikaları yakın çevresinde bile çok sert eleştirilere maruz kalıyor.
2) Şu günlerde, dünyada ve özellikle Ortadoğu’da ABD ile birlikte hareket etmek veya öyle gözükmek pek akıl kârı değil.
3) Cumhurbaşkanlığı seçimi için doğrudan ya da dolaylı olarak Amerikan yönetiminin (en çok da TSK ile doğabileceksorunları engelleme konusunda) desteğini aramak ilk bakışta makul görünüyor. Ama bu arayış tam zıt sonuçlara da yol açabilir, örneğin ne zamandır Washington’da etkili olmaya çalışan AKP karşıtı lobinin eline birtakım kozlar verebilir.
Tam bir macera
Barış Gücü’nün oluşumu, görev ve hedefleri; Türkiye’nin bunun içinde kaç askerle nasıl yer alacağı belirsiz. Çatışan ve onları destekleyen tarafların hiçbiri güven vermiyor. Üstelik Lübnan buzdağının şimdilik görünen kısmı. İşin içinde Filistin sorunu, İran’ın nükleer silahlanması, Irak’ın geleceği, Kürt sorunu, kısacası Ortadoğu’nun kangren olmuş tüm hastalıkları var.
Kısacası risk çok fazla. Her ne kadar asker gönderilmesine kesinlikle karşı çıkanların sesleri cılız çıkıyorsa da kamuoyunun gelişmeleri yakından ve hassasiyetle takip ettiği seziliyor. Dolayısıyla iç siyasetin alabildiğine önem kazanacağı bir dönemin arifesinde AKP tam bir maceraya sürükleniyor.
Ya Hizbullah ile çatışılırsa
Lübnan’daki Türk askerinin sıcak çatışmaya girmesi durumunda, ülke olarak Türkiye, iktidar partisi olarak AKP ciddi bir fatura ödeyecektir. Hele çatışılan tarafın İsrail değil de Lübnanlılar (Hizbullah) olması tam bir kâbus olur. Kimse böyle bir çatışma olmayacağının garantisini veremez.
Böylesi bir ihtimal sadece geleneksel tabanda değil, TBMM Grubu, hatta hükümet içinde bile ciddi çalkantılara, yarılmalara ve kopmalara yol açabilir. Bunun sonucunda radikal İslamcılık yeniden güçlenecektir.
Hal böyleyken, daha önce tezkereye karşı çıkmış bazı muhafazakâr yazarların bu sefer “neden olmasın” tarzı bir tavır içinde olması epey yadırgatıcı.
Hükümet asker yollama sorumluluğunu tek başına üstlenme yerine, doğal süreci işletip asker yollama kararını TBMM’ye bırakacağa benziyor. AKP yönetimi 1 Mart 2003 tezkeresindeki hüsranı bir kez daha yaşamamak için daha dikkatli ve planlı hareket ediyor. Eğer hükümet tezkere yollarsa, bu, büyük bir ihtimalle AKP’den yok denecek kadar az fireyle geçer. Geçer geçmesine de her haber, yeniden seçilme derdindeki milletvekillerini heyecana sevk eder. Sonuçta her AKP milletvekili birer Lübnan (Ortadoğu) uzmanı olur çıkar.
Vatan, 24.08.2006
|