"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ayet’ül Kübra

27 Şubat 2012, Pazartesi

Yeni Asya Gazetesi Araştırmacı Yazar M.Latif Salihoğlu Ayet’ül Kübra Risalesi’nin mahiyetini, basım aşamalarını, telifi esnasındaki yaşananları ve insanlar üzerindeki etkileri gibi konuları ele alıyor…

Nur Risâlelerini âhir ömrüne kadar okuyup okutmak, her bir Nur Talebesinin öncelikli vazifesidir, hizmetidir, şiârıdır…
Ancak, Külliyata dahil bazı risâleler vardır ki, daha çok ve daha sıklıkla okunması icap ediyor. Bunların başında da İhlâs Risâlesi (21. Lem’a) geliyor.
İhlâs, Nur dâvâsının temeli olduğundan, bu kudsî hakikatin harikulâde bir ifadesi olan İhlâs Risâlesinin de en az (lâakal) on beş günde bir defa okunması gerekiyor.
Bilgisayar lisânıyla ifade edecek olursak, bu risâle, haricî saldırılara karşı hem bir “güvenlik bariyeri” oluşturmakta, hem de çok tesirli bir “anti–virüs” programı vazifesini görmekte.
Bu mânevî program, lâakal 15 günde bir çalıştırılmadığı takdirde, gerek hariçten gelen taarruzlar ve gerekse bünyeye bulaşan muzır virüsler sebebiyle, sistem bir anda çökebilir, ya da çok ağır hasar görebilir.
Bağ–bahçe misâli de öyle… Bir bahçeden güzel ve sağlıklı mahsuller alabilmek için, en az 15 günde bir bakım yapmak gerekir. Bu bakım işi, sulamak şeklinde olduğu gibi, çapalamak, yahut yabanî otları ayıklamak şeklinde de olabilir.
Hülâsa, her halükârda İhlâs Risâlesini iki hafta geçmeden okumak icap eder.
* * *
Külliyata dahil her bir eserin, kendi sahasında bir riyaseti, bir rüçhaniyeti var. Biri diğerine tercih edilmez.
Belki, her bir risâle, mektup, mecmua, müdafaa veya lâhikanın, hasseten hangi derde devâ, hangi sıkıntıya çare, hangi suâle cevap, hangi yaraya merhem teşkil ettiği cihetini ayrıca düşünüp mütalâa etmek lâzım.
Meseleye bu cihetten baktığımızda, Hz. Üstad’ın “sıkıntıların izâlesi için” hususiyetle nazara verdiği ve “duâ makamında” daha bir sıklıkla okuyup okunmasını tavsiye ettiği şu risâlelerin ismine rastlamaktayız: Münâcat ve Katre Risâleleri, 29. Lem’a–i Arabiye ve 7. Şuâ olan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi.
Hz. Bediüzzaman, “Hizb–i Ekber–i Nuriye”ye de dahil olan bu risâlelerden her hangi bir hizbi okuduğunda, bütün sıkıntılarının izale olup yerini ferahlığa terk ettiğini, hatta usanç, yorgunluk ve uykusuzluğa dahi çare olduğunu “Tefekkürnâme; İmâna Dair Bir Mârifetnâme” isimli eserindeki bir mektubunda ifade ediyor.
Hele, Hz. İmam–ı Ali’nin (kv) senâsına mazhar olan Âyetü’l–Kübrâ hakkında ve bu risâledeki 33 basamaklı Hülâsatü’l–Hülâsaya (Birinci Makam olan Arabî kısımlar) dair öyle müjdeli işaret ve beşaretler var ki, onları görüp de bu risâleyi tekrar be–tekrar okumadan duramazsınız.
Celcelûtiye ki, vahye dayalı emsâlsiz bir duâdır. Hz. Peygamberin (asm) Hz. İmam–ı Ali’ye nazmettirip okuttuğu bu duânın bâpları, adeta Risâle–i Nur’un bir mânevî fihristesi gibidir.
İşte Âyetü’l–Kübrâ, ismen dahi bu eserin bâplarına dahil olup hususî senâsına mazhar olmuş bir “risâle–i harika”dır. (Mektubat, İşârât–ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz, s. 448; YAN, 1994)
Biz bu harika risâlenin, hususan 33 basamaklı Birinci Makamını daha bir sıklıkla okuması için, “manen sıkıntı çeken” bazı kardeşlere tavsiye ettik.
Okuyanlar, bilkülliye istifade ettiler, şifâ buldular, o ruhî ve mânevî sıkıntıdan ekseriyetle kurtuldular.
Bu mânâya bir işaret kabilinden, mevzuyu Hz. Bediüzzaman’ın şu sözleriyle noktalayalım: “Hem mâdem Celcelûtiye’nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybî umûr–u istikbâliyeden haber veriyor; ve mâdem, Kur’ân îtibârıyla, bu asır dehşetlidir ve Kur’ân hesâbıyla, Risâle–i Nur, bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hâdisedir; ve mâdem sarâhat derecesinde çok karine ve emârelerle, Risâle–i Nur, Celcelûtiyenin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş; ve mâdem Risâle–i Nur ve eczâları, bu mevkie lâyıktır ve Hazret–i İmâm–ı Ali Radiyallâhü Anhın nazar–ı takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyâkatleri ve kıymetleri var; ve mâdem Hazret–i İmâm–ı Ali Radıyallahü Anh, …dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini ibtâl edebilen bir mâhiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü’l–Kübrâ nâmını alan risâle–i hârikaya bakıyor gibi bir tarz–ı ifâde görünüyor….” (Age, s. 448)

Risâle–i harikayı tavsiye (2)

Kastamonu’da gizlice ve çok ağır şartlar altında telif edilen Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi, 1942 senesinde İstanbul’daki Bozkurt Matbaasında yine gizlice basıldı.
Tam bir fedakârlıkla bu hizmeti deruhte eden kişi ise, Nur’un kahraman talebelerinden Atabeyli Tahirî Mutlu’dur.
Hatıralarında, İstanbul’da 45 gün kalarak bu hizmeti tamamladığını ifade eden Tahirî Mutlu, hem gizlice basılan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesini, hem de Sahaflar Çarşısında bulduğu Eski Said’in Lemeat, İşârâtü’l–İ’câz ve Hakikat Çekirdekleri isimli eserlerini de yanına alarak vapurla İnebolu’ya, oradan da Kastamonu’ya gider
Ziyaretine gittiği Üstad Bediüzzaman’a bu eserleri takdim eder. Bediüzzaman, bu hediyelere ziyadesiyle sevinir, kahraman Tahirî’ye Mevlânâ Halid’in yüz yıllık cübbesini giydirerek taltif eder.
Ayrıca, şahsî gayret ve fedakârlığıyla Âyetü’l–Kübrâ’yı tâb eden bu kahraman talebesinin hizmetini alkışlayarak onu tebrik eder.

Âyetü’l–Kübrâ’nın fütûhatı:

Tenkit niyetiyle okuyanlar, imânlarını kurtardılar
Aslı vahiy olan Celcelûtiye’de ismen tesmiye edilen ve birçok yönüyle harikulâde bir eser olan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesinin o tarihte basılması ve ardından yaşanan gelişmeler hakkında yaptığımız geniş araştırmalar neticesinde, şu önemli hususları tesbit ettik:
* Âyetü’l–Kübrâ iç (forma) baskısı için Bozkurt Matbaasının sahibiyle gizlice anlaşan kahraman Tahirî, eserin kapak baskısını yapmayı göze alacak bir tek matbaa bulamaz. Kapakta yazılacak “Risâle–i Nur Külliyatından Âyetü’l–Kübrâ; Müellifi Bediüzzaman Said Nursî” ibaresini gören matbaa sahipleri korkup bu işi yapmaktan vazgeçiyorlar.
* Kahraman Tahirî, eserin kapak baskısını sonunda parça–bölük “lastik kaşe” yaptırmak sûretiyle gerçekleştirir.
* Bir dizi zahmet ve meşakkatle, sonunda eserin ciltlenmesi tamamlanır. Kitaplar paketlenip Isparta’ya gönderilmek üzere ambara verilir.
* İşte, bu noktadan sonra inanılmaz bir gelişme yaşanır. Matbaanın sahibinin içine kurt düşer. Huzuru kaçar ve kendini tutamayıp İstanbul emniyetine gider. Tuhaftır, ama emniyette kendi kendini ihbar eder. Kendince “Zararın neresinden dönersem kârdır” mantığıyla hareket ederek, yaptığı işten dolayı, kitaplar henüz dağıtılmamışken pişmanlık duyduğunu söyler.
* Emniyet alarma geçer. Paketlerin hangi kamyonla gönderildiği tesbit edilir ve yapılan baskınla kitaplara el konulur.
* Ardından, hukukî süreç başlatılır. Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi, bilirkişilere (ehl–i vukuf) okutturulup incelettirilir. Bunların bir kısmı, sırf tenkit niyetiyle okumayı tercih etmiştir.
* Sonra, sonrası için Üstad Bediüzzaman’ın şu sözlerine dikkat kesilelim: “…Ben pek çok müteellim ve Nurlara gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inâyet–i İlâhiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl–i hükümet onları okumaya çok muhtaç olan o ehemmiyetli risâleleri kemâli merak ve dikkatle okumaya başlayıp, büyük resmî daireler adeta bir dershane–i Nuriye hükmüne geçti. Tenkit fikriyle (okuyup) takdire başladılar. Hattâ Denizli’de, hiç haberimiz yokken, fevkalâde perde altında, matbu Âyetü’l–Kübrâ’yı resmî ve gayr–ı resmî pek çok adamlar okudular, imânlarını kuvvetlendirdiler, bizim hapis musibetimizi hiçe indirdiler.” (Lem’alar, s. 262; YAN, 1994)
* Evet, Âyetü’l–Kübrâ’yı resmen yasaklatamayan o devir hükümetinin reisleri, bu kez hiddete gelerek, Bediüzzaman ve 126 talebesini topluca Denizli Hapishanesine gönderdi. Bundaki maksat, Nur Talebelerini, adı “mezbahane”ye çıkan Denizli Hapsinde tüketip imha etmekti. Oradaki idamlık mahkûmlara, bu yönde bilhassa telkinat yapıldı. (Şahitlerden biri olan koğuş ağası Beylerbeyli Süleyman Hünkâr’la, 1997 Haziran’ında Denizli’de bizzat görüştük.)
* İmha edilmek bir yana, o mezbahane 3–4 ay zarfında dershaneye, tabir–i diğerle Medrese–i Yusufiye’ye döndü. Eli kanlı 350 mahkûm, cemaat halinde namaz kılmaya başladı.
* Öte yandan, Denizli Adliyesine yapılan baskıdan da bir netice alamadılar. Âdil mahkeme heyeti, 15 Haziran 1944’te, Bediüzzaman ve talebeleri için ittifakla beraet kararı verdi.
* Âyetü’l–Kübrâ’nın fütûhatı, ondan sonra da devam etti. Halen de devam ediyor. Sair tesbitlerimizi, inşaallah başka zaman, bir başka vesileyle aktarmaya çalışırız.

NOT : Sinir buhranı geçiren veya habis ervâhın saldırısına, tasallutuna mâruz kalan birçok kardeşimiz, Âyetü’l–Kübrâ’nın hasseten 19 ve 33 mertebeli Arabî duâ kısmını okuyarak, çok kısa bir süre içinde şifâyâb oldular. Kendi ifadeleriyle, eski hallerinden daha iyi, daha dirayetli, daha huzurlu bir hale geldiler.

 

http://www.euronur.tv/m-latif-salihoglu-ayetul-kubra-2/

Yeni Asya EuroNur

Okunma Sayısı: 7432
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı