Şaver gibi kurnaz, hileci, zalim ve muhteris bir vezirden sonra o makama gelen kişinin neler yapacağını çok merak eden halife Adid de, Şirkûh’un çalışmalarından memnun oldu. Memnuniyetini değişik vesilelerle izhar ederek birlikte çalışabileceklerini anlatmaya çalıştı.
Gerçi halife, onun her an idareye baş kaldıracak fıtratta bir insan olduğunun farkındaydı. Nureddin’den öyle bir talimat gelmediği takdirde kendisine karşı harekete geçemeyeceğini de biliyordu. Kendisini halife olarak tanımayan Nureddin de o zamana kadar öyle bir talimat vermediğinden biraz rahattı. Ama yine de tedbiri elden bırakmadı ve temkinli hareket etti.
Dindar bir yaşayışa sahip olmasa da Sünnî akidelerine bağlı olması sebebiyle Adid’e halife nazarı ile bakmayan Şirkûh’un da, Nureddin’den talimat gelmese bile onun yetkilerini kısıp tesirini azaltarak ülke idaresindeki otoritesini sağlamlaştırmak isteyeceği aşikârdı.
Lâkin Şirkûh buna fırsat bulamadı. Daha vezirlik makamında üçüncü ayını doldurmadan, 23 Mart 1169 tarihinde, bazı iddialara göre zehirlenerek öldürüldü. Bazı rivayetlere göre ise aşırı yemek yemeye düşkün olduğu ve “gece gündüz durmadan et yediği için” hastalanarak öldü.
Şirkûh’un ânî ölümü herkesi şaşırttı. Başta Kral Amalrik ve vezir Şaver’in oğulları olmak üzere onu düşman addedenler, neredeyse bayram edecek derecede sevinirken Suriyeliler, Mısırlılar ve Sünnî Müslümanlar üzüldüler.
Bu ölüme en çok üzülen, hiç şüphesiz Selâhaddin’di. Çünkü Şirkûh amcası, hocası, komutanı olmanın ötesinde, kendisini biraz da zorla kütüphanelerden, sohbet meclislerinden ve sivil hayatın sükûnetli ikliminden; sefer meşakkatinin, savaş dağdağasının içine çektiğinden, hadiselerin zahirî ağırlığını ona hissettirmemeye çalışırdı.
Selâhaddin de bunu bildiği için sefer ve savaş esnasında üzerine aldığı vazifeleri en iyi şekilde yapar, zaferden sonra ganimet kapmaya koşmaz, makam, mevki, unvan arayışına girmezdi. Hatta çoğu zaman zaferi kutlama şenliklerine bile katılmaz ve kendi dünyasına çekilirdi.
Yalnız Suriyelileri ve Mısırlıları değil, bütün İslâm âlemini memnun eden Mısır’ın fethinde en büyük pay sahibi olan Selâhaddin istese, daha önceki sefer sırasında iyi ilişkiler kurduğu halifenin yardımıyla değişik makamlara gelebilir, yüksek mevkiler elde edebilir, zengin hazinelerin üzerine konabilirdi.
Şaver’in sahip olduğu makama, şöhrete ve servete rağmen hayatını feci bir şekilde kaybettiğini görerek kuvvet olmadan makamın da, servetin de, şöhretin de bir işe yaramadığını, hatta insanların hasedini çekerek faydadan ziyade zarar getirdiğini gördüğünden öyle bir yola tevessül etmemişti.
Şaver’in hayatından ve akıbetinden aldığı ibret dersi sayesinde, vezir olan amcasının muhitinde yer almak, imkânlarından istifade etmek gibi bir beklentinin içine de girmemiş, ordugâha çekilmiş ve kendisine tekabül eden vazifeleri yapmaya devam etmişti.