Vefatından önce hatıralarını Yenİ Asya'ya anlatan Cafer Sadık Çİm, şöyle demişti: Üstad Hazretlerİ bana "Nasıl okuyorsun?” dİye sordu. Sonra da “Manasına bakarak oku” dedİ. Ben de o günden berİ bu tarzda okumaya çalışıyorum.
RÖPORTAJ: NEJAT EREN
Üstadı ilk ziyaretim ise 1957 yılının Kasım ve Aralık ayında Salih Özcan’la beraber oldu. Onun için Salih Özcan’la irtibatım devam etti. Salih Özcan Ankara Üniversitesi’nde idi. Orada ona rahat vermediler, diploma vermediler. İzmir Üniversitesi’ne gönderdiler. Salih Özcan İzmir’e geldi ve beraber Üstad Hazretleri’nin ziyaretine gittik. Üstad Hazretleri bizi kabul etti. Tarihçe-i Hayattan ders yapıyordu. Ben içeri girdim elini öptüm. Beni kucakladı. Alnımdan öptü. “Gel sadık kardeşim!” dedi. Orada biz oturduk dersi dinledik. O sırada oraya Memduh Bey isminde bir albay geldi. Bu albayın abisi Üstadla birlikte doğu cephesinde harpte bulunmuş. Üstada; “Abim hep sizden bahsediyordu ben de sizi görmek için geldim, Allah şu anda nasip etti. Sizi ziyarete geldim” dedi. Orada Bayram, Tahir Abi, Sungur vardı. Ders bittikten sonra Üstad Hazretleri, Ceylan’a; “Misafirlere birer şeker ver” dedi. Ama, ilkönce; “bir rakam tut” dedi. Herkes birer rakam söyledi. Daha sonra Sungur’a; “say” dedi. Sungur konuşurken; “Sen çabuk çabuk konuşuyorsun burada bir hile var!” diye nükte yaptı gülerek. Ceylan’a işaret etti; “Ceylan sen söylenen sayıları topla” dedi. Yani en küçük hediyede bile birisini tercih etmek değil, “demokratik” bir ortamla sayışla kime ikramın başlayacağını bile herkesin kabulleneceği bir tarzla olayı sürdürmek. Bu benim çok dikkatimi çekmişti. Yine Üstad’a geldi demek ki bu demokratik bir ortam. Bu sayı tutma işinde de ilk sıra Üstad’a tevafuk etmişti. Daha sonra Ceylan bize birer kâğıt şeker verdi.
Üstad Hazretleri bana sordu; “Sen hangi kitapları okudun?” dedi. Ben de anlattım. Eskimez yazıdan okuduklarımı söyledim. Asay-ı Musa vardı. Hanımlar Rehberini, Gençlik Rehberini okudum dedim.
“Nasıl okuyorsun?” dedi.
“Efendim, lügatlere bakarak okuyorum” dedim.
- “Nereden buldun lügati?” dedi.
- Ben de Mustafa Nihat Özön adlı bir yazarın lügatinden okuyorum dedim.
- “Manasına bakarak oku” dedi.
Ben de o günden beri bu tarzda okumaya çalışıyorum.
Üstad Hazretleri sonra bana; “Seni ve valideni talebeliğe kabul ettim! Otuz senedir Risale-i Nur’a hizmet etmiş olarak kabul ettim. Pederinin de kardeşliğe kabul ettim” dedi.
Babam 1945’te vefat etmişti. Validem ise Risale-i Nurlar’ı okuyordu.
Bu arada Zübeyir Abi annemin durumunu bildiği için, onu kastederek Üstad’a; “Efendim, hanımefendi Risale-i Nurlar’ı okuyan çok meraklı nazik bir hanımdır” deyince.
Üstad Hazretleri Zübeyir Gündüzalp’e, annem için; “Keçeli talebeliğe kabul ettik!” ya dedi. Bu sohbet ve dersten sonra Üstad hizmetkârlarına; “Arabayı hazırlayın dışarı çıkacağız. Misafirlere de bir çorba ikram edin” dedi. Hemen acele çok küçük bir tasa bir yumurta kırılıp bir çorba yapıldı. Biz dört beş kişiydik. Çorba da çok azdı. Fakat biz dört kişi o az çorbayı bir türlü bitiremedik bir bereket vardı.
Üstad Hazretleri kırlara yaptığı geziyi tamamlayıp geri geldi. Bizimle yine sohbet etti.
Biz Üstad’ın evinden ayrılırken Zübeyir kardeş bize bir parça ekmek verdi. “Yolda yersiniz” dedi. O zamanda şartlar çok ağırdı. Otobüs yok. Trenle gidip geliniyordu. O da çok uzun zaman alıyor ve çok zahmetli idi. İzmir’de de Necdet Doğanay, Mustafa Birlik ve Ahmet Feyzi Abiler var. Onlar da bizi dershanede bekliyorlarmış. Belki orada on beş kişi vardı. Zübeyir Gündüzalp’in verdiği o bir parça ekmekten herkese birer parça aldı. Yine bir kısım kaldı. Bu bir parça ekmekten kızıma, anneme ve hanımıma da verdim. Böyle bir bereketini de gördük.
ÜSTADIN HİZMETKÂRLARI VE VARİSLERİ
O zamandan bugüne kadar cemaatin ve “Şahs-ı Manevinin” içerisinde bugüne kadar hizmetleri aksatmadan devam ettirmeye çalışıyoruz. Bazı zamanlar kardeşler gelip arabalarla beni alıyorlar derslere iştirak ediyoruz.
Üstadın hizmetkârları ve varisleri ile olan alâkanız ve hatıralarınızdan bahseder misiniz?
Ahmet Feyzi Abiyle çok yakın alâkamız oldu. Ahmet Feyzi Abi buraya, Turgutlu’ya çok sık gelirdi. Bizde kalırdı. Çok çalışkan çok güzel konuşan ifadesi gayet güzel olan bir abimizdi. Ahmet Feyzi Abi o zamanlarda Çamlık’ta kireç madeni çıkarıyordu. Kardeşi Mehmet Abi de çok çalışkan bir insandı. Üstad’ın talebelerinden Sungur’la çok yakın bir alâkamız ve ilgimiz kardeşliğimiz vardı. İlk zamanlarında Üstad’ın dört tane vârisi ile birlikte olmam benim için çok unutulmaz ve harika bir nimetti.
O zamanki Urfa’daki hizmetlerin durumu hakkında kısaca bahseder misiniz?
Orada çok geniş bir hizmetimiz yoktu. Sadece şahsî ve küçük bir grup olarak Risale-i Nur okuma ve yazma şeklindeydi. Urfa’da ilk zamanlarda hizmetimiz sadece yazı yazmak ve okumaktı, çünkü fazla bir çevremiz yoktu insanları tanımıyordu. Zübeyir kardeş haftada iki gün, dört-beş çocuğu dershaneye alıyordu. Onlara kısa dersler yapıyor ve ilgileniyordu. Bizim personelden bizim mesai arkadaşımız Ali Kaynak vardı. Onun oğlu İbrahim Kaynak vardı. Bu zat aynı zamanda Ermenekli idi Zübeyir Abinin hemşerisiydi. Bu İbrahim daha sonra Üstadımızın kardeşi Abdülmecid’in kızı ile evlenmiştir. Üstadın hizmetkârlarının hepsinin kendine göre özellikleri vardır.
HİZMETLER VE GEÇMİŞ OLAYLAR
Bize ders verecek unutamadığınız bir hatıranız var mı?
Üstad’ın hizmetkâr ve talebelerinin hepsinin kendilerine has özellikleri vardı.
1960’dan sonra idi. Ahmet Feyzi Abi, Necdet Doğanay, Bekir Bey buraya Turgutlu’ya geldiler. Salihli’de bir mahkeme vardı. Ahmet Feyzi Abi, Necdet Doğanay ve Bekir Abi gelmişlerdi o sırada dost fazla yok, muhalif çok fazlaydı. Nurcular istihbarat tarafından çok yakın takip ediliyordu. Ahmet Feyzi Abi buraya geldiği zaman Pazar Camii’nde vaaz ediyordu. O gün de bir grup halinde abiler gelince, buradaki halk arasına bir fitne yaymışlar; Nurcular burada konferans verecekler diye bir şaiya ortaya atılmış. Bunun üzerine emniyet müdürlüğü sanki bir “örf-i idare” varmış gibi çok sıkı bir dizi tedbirler almışlar! Polisler, bekçiler gelenleri ve bizi sıkı bir takibe aldılar. Bekir Beyle, Necdet Doğanay’ı öğle namazı sırasında karakola aldılar.
İkindi namazına kadar orada onları sorguya çekmişler. Bu hadise Turgutlu’dan çok geniş yankı buldu. Neyse ki, ikindiden sonra onları serbest bıraktılar. “Turgutlu’da büyük bir hadise!” diye zındıka güçleri ortalığı karıştırmaya çalıştılar. İkindi Namazı kılındıktan sonra burada Paçalı namında bir hoca vardı. Bu zat Üstad’ı İstanbul’dan tanıyordu. Üstad’a ve ilmine büyük hayranlığı vardı. Üstada karşı; “Sen çok şey biliyorsun ve yakinen takip ediyorsun seni çok seviyoruz” diyordu. Kendisinden çok istifade edilen bir muhterem zattı. Bu olaydan sonra Arpacı Hoca ayağa kalktı. Cemaate hitap ederek; “Cemaat burada çok kıymetli bir kardeşimiz var. Bunlardan çok istifade edecektik, fakat bilmeyenler fitne çıkardılar. Lüzumsuz halkı tahrik ettiler. Böyle çirkin bir hadiseye sebep oldular. Allah bunları kahretsin!” diye bedduâ etti. Hava çok gergindi.
Paçalı Hoca’dan sonra Bekir Bey söz aldı. “Hocam biraz heyecanlı galiba! Biz asla böyle bir hadisenin olmasını istemeyiz. Bize itham ve hakaret edenleri affederiz. Buradaki insanların çoğu masumdur. Durumu bilmiyorlar. Bilmedikleri için bunları böyle yapıyorlar!” diyerek ortamı yumuşattı. Bu kötümser hava Bekir Abinin bu konuşmasıyla yatıştı. Ortam nispeten sakinleşti. Daha sonra da onları uğurladık.
Risale-i Nur Neşriyatı konusunda neler söylersiniz?
Risale-i Nur Neşriyatı ile ilgili Tarihçe-i Hayatta geçen Nihat isimli kardeşimiz vardı. O neşriyatla uğraşıyordu. Mısır’a gitmiş. Orada bu dâvânın ehemmiyetini anlamıştı. Biz de postane de bulunmamız hesabıyla bu konuda biz de neşriyat hizmetlerinde istihdam olunduk.
O zamanlarda hizmet faaliyetleri hep ön plandaydı. Asla erteleme olmazdı. Şartlar ve imkânlar da çok kısıtlıydı. Urfa’daki dershanede dört-beş kişi, haftada 250 gr etle idare ediyorduk. Osmanlıca Risale-i Nur’u yazıp çoğaltırken gerekli olan mürekkep parasını Ziver kardeş hep kendi maaşından öderdi. Bizden hiçbir zaman bir maddî destek istemedi. Biz teklif ettiğimiz zaman da; “Param biterse sizden o zaman isterim ve alırım” diyordu. Maaşının hemen hemen tamamını hizmete harcıyordu.