"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mücahit Bilici: Laikçi Kemalizm bitti, yeşil Kemalizm başladı

29 Ağustos 2014, Cuma
Mücahit Bilici: Kemalistler, insanları laikleştirmek ve Müslümanlıktan uzaklaştırmak için Türklük vurgusu yaptılar. Şimdi de Türk yapmak için, devletleştirmek için Müslümanlık vurgusu yapılıyor. Ana saik; devletin bekası ve Müslüman ulusu inşa etmektir.

Sosyolog-Yazar Mücahit Bilici, Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı:

Laikçi Kemalizm bitti, yeşil Kemalizm başladı


Risale-i Nur’daki milliyet ve milliyetçilik kavramları ışığında ulusların heykel kültü ve lider içgüdüsünün sosyolojik temelini nasıl yorumlarsınız? Geçtiğimiz günlerde Lice’ye Masum Korkmaz’ın heykeli dikildi ve kısa bir süre sonra da olaylı bir şekilde yıkıldı, bütün bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Uluslar, şahs-ı maneviler bir takım sembollere ihtiyaç duyarlar. Meselâ, mü’minler topluluğu bir şahs-ı manevidir, ümmet-i Muhammed (asm) bir şahs-ı manevidir. Onların bazı sembolleri vardır, Kâbe meselâ… Uluslar da bir şahs-ı manevidir ve müşahhas bir yüzü olmadığı için ona bir yüz kazandırmak bir şahsiyet vermek için ona bir baş atfedilir genellikle. Laik milliyetçilikte; Ulu önderler, Führerler, geçmişte Firavunlar, Şeddadlar çıkmıştır ve bunların çoğu zalim olmuştur, çünkü hak etmedikleri bir makama konuyorlar yani hükmetme anlamında Allah’a ait olan bir makama konuyorlar ve bu Allah’a karşı mübareze eden bir şahs-ı manevî de olabiliyor. Bir şahsın ene’si kabartılıyor bir ulus kadar büyüyor ondan sonra Hüve’ye karşı bile mübareze ediyor, savaşıyor. Şimdi bu tabiî değişik şekillerde olabilir, dindarlar da Şahs-ı manevî üretebilirler. Dindarların da laik şahs-ı manevileri olabilir. Bugün Türkiye’de yaşadığımız şey esas itibariyle budur. Laik Türklüğün uluslaşma sürecini yaşadık ve buna Kemalizm dedik. Laik Türklük ulus oldu ve ona baş olarak Mustafa Kemal’i koydular, adına Atatürk dediler. Bugün ise bu bitti. Yani bitti derken devletteki eski kudretini kaybetti. Devletler çok şahsiyetsiz organizasyonlardır kim güçlü ise ona yamanırlar, çünkü amaçları bekalarını sağlamaktır. O noktada bugün İslâm’a yer verilen, dindarlığın belli bir formuna “Tamam artık. Dindarlık şartı koşmuyoruz” diyen bir devlet yapısı düşünün; bugün AKP’nin öncülüğünü yaptığı ciddî bir demokratik reform dönemi, devrim dönemi yaşandı, ama ondan sonra tekrar devletleşme, merkezileştirme eğilimi başladı, şu anda yaşanan o. Demek ki şu anda bir Müslüman ulusu inşa ediliyor hatta ümmet olarak kuruluyor. Lideri, halifesi, ustası, reisi olarak Recep Tayyip Erdoğan bir nevî canlı heykel olarak inşa ediliyor, dikiliyor ve her şey mümkün mertebe devlete bağlı hale getiriliyor. Bu şahsî olmasının yanı sıra II. Abdülhamid’in, Kürtler’e Hamidiye Alaylarını vermesi, istihbarat ekibiyle bütün ülkede hâkimiyet kurması, dış güçlere karşı “Bakın mecburuz bu istibdat’a” diyerek, ama neticede yine istibdat uygulayarak yoluna devam etmesi gibi bugün de benzer bir vaziyet nazara çarpıyor ve merkezileştirme eğilimi çok güçlü bir şekilde ortaya çıkmış durumda. Eskiden din, dindarlık sivil bir şeyken dışlandığı için bu kadar bir merkezileştirme baskısıyla muhatap olmuyordu yani dışlanıyordu, eziliyordu, yok edilmek isteniyordu, ama yok edilemedi, edilemezdi de. Ama böyle bir merkezileştirme çok keskin değildi. Bugün itibariyle bakıyoruz ki seçimle gelen bir parti ve hükümet olduğu için dolayısıyla insanların desteğini almak için devletin imkânlarını da seferber ederek böyle bir parti-devlet bütünleşmesi yaşanıyor. İslâmcılıkla Türk devletinin Müslümanlık üzerinden bütünleşmesi yaşanıyor ve eğilim şudur; “Tamam. Bu Müslümanların devletidir, herkes gelsin, tabi olsun, yardımcı olsun” mantığı var. Risale-i Nur geleneği ise devletin Müslüman olmasını, adam olmasını, adil olmasını, demokrat olmasını destekliyor. Diyanetin Risaleleri bastırmasını arzu ediyor. Risalelerin önüne engel konulmamasına taraftar, ama Risaleleri alıp devletin eline ve kontrolüne verin diye bir şey ben Risale-i Nur’da görmedim şahsen, Üstadın hayatında ve tarzında da görmedim. Dolayısıyla bir merkezileştirme eğilimi var ve bu sağlıklı bir şey değil. Niçin değil? Muhalefet imkânına, muhalefet lüzumuna bir suçmuş gibi muamele yapılıyor. Her demokraside muhalefet olmalıdır, herkesin iktidara tabi olduğu bir rejim demokrasi olarak başlasa bile demokrasi olmaktan çıkar, totaliter bir hale gelir.

AKP, Kemalizm’le hesaplaşabilir mi, böyle bir niyet var mı ve Kemalizm’le hesaplaşmadan sistem rayına oturabilir mi? 

Kemalizm’in laik formuyla hesaplaşıldı, o bitti.

İslâmcı Kemalizm mi başladı?

İslâmcı Kemalizm diyebiliriz, yeşil Kemalizm diyebiliriz… Meselâ eskiden Türk Milliyetçiliği bir laik ideolojiydi. Dinden uzaklaştırmak için Türkçülük vurgusu yapılıyordu, şimdi devlete yaklaştırmak için Müslümanlık vurgusu yapılıyor. Çünkü Türklük ve Müslümanlık bir arada olduğu için, Türk kimliğinde Müslüman olma şartı vardır. Kemalistler, insanları laikleştirmek ve Müslümanlıktan uzaklaştırmak için Türklük vurgusu yaptılar. Şimdi de Türk yapmak için, devletleştirmek için Müslümanlık vurgusu yapılıyor. Ana saik; devletin bekası ve Müslüman ulusu inşa etmektir. Çünkü Türk ulusu olarak bu devlet devam edemez, bu anlaşıldı çünkü Kürtler bunu reddetti, sadece PKK’nın mücadelesi  de değil, diğer Kürtler de Türk olmayı kabul etmediler. Dolayısıyla bu görüldüğü için Müslümanlık üzerinden devleti bir arada tutmak gibi bir şey var. Burada saik din değil, yani hatta bu amaçla seferber edilen dini söylem de yine bu devletin bekası için seferber ediliyor yani dini bir motivasyonla dile getirilmiyor o açıdan yeni bir dönem yaşıyoruz gerçekten.

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçim döneminde gezilerine Samsun’a çıkarak başlayıp M. Kemal’in kongreler döneminde izlediği yolu izlemesinin sebebi neydi?

Orada çok ciddî bir strateji var, amaç şu: Oradan başlayınca yeni devlet kuruluyor. Şimdi kalkıp “Ben yeni devlet kuruyorum” desen “E devlet zaten kurulu”  falan denecektir, ama oradan başlayınca “Bak gerçekten de yeni bir devlet kuruluyor, o da oradan başlamıştı” diye düşünülüyor. Dolayısıyla orda sembolik bir mesaj var.

Kurtuluş Savaşı vurguları var. Erdoğan, hareketleriyle; ‘M. Kemal, dış düşmanlara karşı mücadele veriyordu, ben de paralel yapıya karşı mücadele veriyorum’ mu diyor?

İşte dış düşman biraz flu kaçıyor artık, eğer elverişli bir iç düşman varsa bunu ye, iç bitiremezsin. Eskiden Kemalistlerin irtica düşmanı vardı ya işte bugün o tersine çevrildi. Tersine çevrildi derken irtica yerine şimdi paralel var. Her şeyden o sorumlu. Eskiden, 28 Şubat’ta Dincilere, Fethullahçılara vs saldırı vardı, meselâ derlerdi ki; PKK ile iş birliği yapıyorlar, işte uyuşturucu bağlantıları var vs vs... Bugün aynısı üretiliyor, yani bu siyaset için elverişlidir, toplumun korku damarının istismarıdır. Kitlelerin bir korku damarı vardır. Şimdi içeriye bir yılan girse ne yaparız? Kaçarız hemen. Birisi gelse dese ki “İçerde bir yılan var ben onu yakalayacağım” Allah razı olsun deriz değil mi? Ona müteşekkir oluruz. İşte bu iç düşman fikri böyle bir şeydir.

Peki, toplum ya da büyük bir seçmen kitlesi bir kişinin ağzından çıkacak sözlere sorgusuz inanmaya bu denli hazır olabilir mi gerçekten?

Toplum, geçmişten kurtulma psikolojisi içerisinde hareket ediyor. Eskiden yoksulluk vardı, laik bir baskı vardı, zulüm vardı. Artık ondan kurtulmuş olmanın verdiği heyecanla yola devam ediyor. Halk sanki dursak geriye düşeceğiz korkusuyla davranıyor ve hükümet bu korkuyu sürekli canlı tutuyor. “Aman, uçurumun kenarındayız biz düşersek Türkiye düşer, İslâm âlemi düşer, dünya biter, ahiret biter.” diye sunduğu için vatandaş da “Ya ne gerek var böyle devam edelim” diye düşünüyor. Yoksa vatandaşın vicdanını açsan, desen ki “Bakın bir takım suiistimaller var, haksızlıklar var, şuna zulüm yapılıyor, abartılıyor” falan, vatandaş diyecek ki; “Ya evet aslında, olmaması lâzım” Ama durum öyle değil, durum çok âni ve acil olduğu için. Meselâ hastane acil servisine birini getirseniz adamın parmağına çivi batmış bir de aynı anda kalp krizi geçiriyor. Herkes ne yapar? Direkt kalbe müdahale ederler, parmağa bakmazlar bile. İşte şu anda hükümet, kalp krizi geçiriyoruz duygusunu verdiği için toplum da işin o tarafına bakıyor diğer tarafına bakmıyor. Ama tabiî toplumu da çok suçlayamayız, toplum genel-geçer hesaba bakıyor, menfaat hesabını yapıyor, ‘bize kim yakın, kim bizi koruyor iç düşmanlara karşı’ buna bakıyor, buna göre hareket ediyor. Toplumlar öyle, ‘hakikat budur, mantıken şöyle hareket etmemiz lâzım’ demezler. Avam, duygularıyla hareket eder. Bunu toplumu aşağılamak için söylemiyorum, siyasetin genel ölçüsü içerisinde durum bu. Topluma her zaman güvenilmez. Niçin? –Meselâ 20 yıl önce “Kürtler de insandır, dillerini konuşsunlar” denilseydi necip Türk milleti ne diyecekti? “–Olmaz!” demeyecek miydi? Neyi bekliyorlardı? Meselâ Kürtlerin haklarını tanımada Türkler hiç de neciplik göstermedi, değil mi? Yıllarca ‘Vurun kahpeye’ denildi. Ama Türk devleti ne zaman dedi ki; “Evet, Kürtler’i tanıyacağız, barış sürecini başlatıyoruz.” O zaman başladılar şak-şak yapmaya. “Kürdistan”  kelimesini kullanan insanlara terörist dendi, hatta Üstadın Kürdistan kelimesini kullanmasından bile rahatsız oldular. Bugün devlet ‘okey’ verdiği için normalleşti. Şu bir gerçek; millet, devletinin arkasından gidiyor. Tamamen devlete tabi olmuş durumda. Ama hakkâniyetle hareket eden insanlar devlete tabi olmaz, olmamalıdır. Devlet hakkaniyete tabi olmalıdır.

Barış süreci nasıl işliyor ve neler getirecek?

Barış süreci esas itibariyle PKK ile devletin yönettiği ateşkes ve barışma sürecidir. Çatışmayı bitirme işlemidir. Kürtlerin hukuku bundan daha büyük bir sorun olarak görülmelidir. Devlet diyordu ya hani; “Biz teröristleri muhatap almıyoruz, almayacağız.” Falan, Yalan! Bir tek “teröristleri” muhatap aldın, alması da lâzım mıydı? Elbette almalıydı. Barış yapacaksın. Ama diyorsan ki; “Ya savaşmayın, sesinizi çıkarmayın, her Kürt PKK’lı değil. Madem öyle mertçe çık hadi anayasayı değiştir ve Kürtlerin hukukunu tamamen ver. PKK ile müzakereni yine yap, barış. Onları topluma yine kazandır. Bunu görmüyor. E herkes de devlete tabi olursa despotizm olur, mazlûmları savunan çıkmaz. Bediüzzaman’ı düşünün meselâ, avamı bırakın âlimler bile gidip Kemalist rejime tabi oldular, değil mi? Ama Üstad ne yaptı? -Meşrû dairede mücadele etti. Dışında kaldı, bazen hapse atıldı. Dolayısıyla hakperest olan insan; devlet doğru yaptığı zaman ona sahip çıkar onu destekler, yanlış yaptığı zaman da devletin karşısında durabilir. Bugün sorun şudur, devlet dindar diye, dindarların, İslâmcıların elinde diye isteniyor ki bütün dindarlar devlete tabi olsun ve katılsın. Bu çok yanlış bir şey. Büyük bir hayır ve kaderi bir remiz var ki hem Fethullah Gülen cemaati hem Yeni Asya Gazetesi muhalif konumda kaldılar ki din ile siyasî parti özdeşleştirilemiyor. Çünkü o partinin hükmünden rahatsız olan o partinin tasarruflarından rahatsız olan insanlar İslâm’a düşmanlık yapmıyorlar. Çünkü biliyorlar ki İslâm onlardan ibaret değil, başka insanlar da var. Bu çok önemli bir şey, eğer ben dindar olsam, iktidar olsam, vallahi arzu ederim ki dindar olup da benim partimden olmayan, bana muhalif olan insanlar olsun ta ki İslâmiyet vikae olsun. Suçlamalar, tepkiler olursa, benim iktidarıma, benim tasavvuruma, partime veya şahsıma gelsin, ama İslâmiyet’e gelmesin. Fakat şu anki hükümet ne istiyor? İstiyor ki bütün dindarlar kendine tabi olsun, olmayanları da ‘hain’ olarak görüyor. Bu çok yanlış bir şey. İslâmiyet’e hürmet yok. Yani kendi partisel menfaatlerine İslâmiyet’i bir nevî asker koşmak…

Mücahit Bilici kimdir?

Özellikle sosyal gelişmeler, Nurculuk hareketi, Risale-i Nur ve cemaatler konularındaki yazılarıyla ön plana çıkan Sosyolog Mücahit Bilici, şu anda John Jay College, City University of New York’da öğretim üyesi ve Taraf Gazetesi’nde köşe yazarı.


YARIN: RİSALELERİN SADELEŞTİRİLMESİ YANLIŞ


Ekrem Özden
[email protected]
EkremOzden86

Okunma Sayısı: 10635
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • mehmet terzi

    31.8.2014 14:01:00

    ALLAH RAZI OLSUN ÇOK GÜZEL TESBİTLERİ VAR

  • Abdurrahman KOÇAK

    29.8.2014 09:25:00

    Mücahit Kardeş , Haftada bir en azından Yeni Asya dada köşe yazarmısınız.Gazete mizede vefa göstermiş olursunuz.Sizi takdir ediyorum.Bu ekolden yetiştiniz ve bu ekolün aleyhinde bulunmadınız. Selametle kalınız.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı