"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kemalist mantık tamamen tasfiye edilmeli

14 Ekim 2014, Salı 11:59
Sadece İnkılap Tarihi dersleri değil, İnkılap Tarihi kürsüleri de kaldırılmalı. İşgüzarlık. Bunca üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi kürsüleri var. Bunlar ne iş yapar?

Mustafa Armağan ile gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Röportajın ilk bölümüne bu adresten erişebilirsiniz.

İnkılap Tarihi dersleri neden hala okutuluyor? Kaldırılmalı mı ve bu dersin kaldırılması için ne yapılmalı?

Sadece İnkılap Tarihi dersleri değil, İnkılap Tarihi kürsüleri de kaldırılmalı. İşgüzarlık. Bunca üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi kürsüleri var. Bunlar ne iş yapar? Adam makalesine “Yüce önder Atatürk” diye başlıyor. Yahu utanın. Bilimsel olduğunu söylediğiniz bir makaleye böyle başlanılır mı? O zaman neden din kitaplarında “Peygamber-i zişan Efendimiz” vs. denildiği zaman alay ediyorsunuz? O bir dindir neticede ve dinî bir söylem kurucusuna böyle yaklaşır. Peki, Kemalizm bir din midir? –Evet bir dindir. Bu din de İnkılâp Tarihi kürsüleri eliyle empoze edilmektedir. 
Türk Tarih Kurumu dahil, İnkılap Tarihi Enstitülerinin kaldırılması, yerine tarih araştırmaları ya da ülkenin yakın veya uzak tarihini hakkıyla araştıracak kurumlar kurulması gerektiği kanaatindeyim. “Atatürk ilkeleri” diye bir kişinin kafasından veya icraatından çıkan ilkeler olmaz. Bir kişinin ilkeleri, anayasada yer alamaz. Anayasanın dibacesine ilkeler konulmuş. Mebuslar ve Cumhurbaşkanları Atatürk ilkelerine uyacağına yemin ediyor, daha ne olsun! Böyle bir yemin dünyanın neresinde var? Hem bir kişinin ilkelerine ben niye yemin edeyim? Ve bu yemin nasıl demokratik olabiliyor? ‘İnsanlara refah getireceğime, onları mutlu edeceğime, ülkeme ihanet etmeyeceğime’ vs. yemin edilir ki son iki padişah böyle yemin etmiştir bizde. Sultan Reşad ile Vahdeddin’in ettiği yeminler böyle. Devlet başkanından veya milletin temsilcisinden beklediğiniz şey bir kişinin şahsına, koyduğu ilkelere uyup uymamak olamaz. 
Bir Amerikalı Başkan için bunu düşünelim. ‘George Washington’un ilkeleri üzerine yemin ettiğini düşünün. Adam belki de Andrew Jackson’ın ilkelerini benimsiyordur siyaseten. Yani herkesi kuşatacak, herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir yemin şeklinin olması lazım ki 1924 Anayasası’ndaki yemin bile bugünkünden daha demokratiktir. Orada bile ülkemin saadeti, korunması için vs. diye bir yemin okunuyor. ‘Cumhuriyet kanunlarına uyacağıma yemin ederim’ diyor mesela. Kanunlara uymak demokratik bir yemin olabilir. Ama bir kişinin ilkelerine uyup uymamak olmaz. Nedir bu o ilkeler? Devletçilik ilkesine uyuyor mu mesela Tayyip Erdoğan ya da uyacak mı? Bir taraftan devletçilik ilkesine uyacağına yemin ediyor, öte yandan özelleştirmeyi savunuyor. Kimse de bunun demode bir yemin şekli olduğunu aklına getirmiyor. Halbuki “Devletçilik” Atatürk’ün getirdiği ilkelerden biridir. Değiştirilmesi, kaldırılması gereken o kadar çok ilke var ki, bir yerden başlamak lazım. Özetle Kemalist mantık tümüyle tasfiye edilmeli.

Hâlâ yürürlükte olan 5816 sayılı ‘Atatürk’ü Koruma Kanunu’ Derin Tarih’teki  çalışmalarınızı nasıl etkiliyor? Ne kadar bağlayıcı oluyor?

Açıkçası beni bağlamıyor. Tabiî ki dava açabilir birileri, soruşturma açabilir… Şu ana kadar böyle bir durumla karşılaşmadık doğrusu. Ben edebiyle, usulüyle belgeyi ortaya koyarım. Şahsa yönelik bir küfür, hakaret vs. varsa orijinalini yayınlarım ama Türkçe çevirisinde oraya nokta nokta koyarım. Merak eden aslına bakar, orada ne olduğunu okur. Bu hepimiz için geçerli. Bugün nasıl birisine hakaret etmiyorsam, geçmişte yaşamış, ölmüş birine de hakaret etmem ve ettirmem. Bu benim ahlâkî ve İslâmî tavrımla ilgili. “Onların putlarına küfretmeyin ki onlar da sizin Rabbinize küfretmesinler” prensibi geçerli bizim için… Küfretmeden de bir çok şeyi anlatabilir ve eleştirebiliriz…

Yalnız bu madde ile Atatürk’e hakaret olmasa bile dava açılabiliyor diye biliyorum…

Açılabilir ki çok daha hafif durumlarda bile açıldı. En son mesela Mümtaz’er Türköne 5816 mağdurlarından oldu ki, biz dergimizde kendisine savunma imkânı verdik ve uğradığı mağduriyetin kendi ağzından dile getirilmesini sağladık. Böyle bir kanunun örneği dünyada yok. Maalesef Adnan Menderes’in yaptığı en büyük hatadır bu…

Ticanilik vak’asından dolayı biraz da mecbur kalmıyor mu buna?

Menderes’i severiz ama hakikati daha çok severiz! Yaptığı müspet hizmetlerin başımızın üzerinde yeri var, lakin kısa vadeli düşünüp İnönü’nün elinden Atatürk silahını alayım derken insanların fikir hürriyetini onlarca yıl kısıtlama yanlışına düşmüş olmasını tabiî ki tenkit ederiz.

Bugün itibariyle istenilse kaldırılabilir mi, neden bekleniyor?

Zannedersem geçen sene Kemal Kılıçdaroğlu “Bu kanun Türkiye’ye yakışmıyor, değiştirilmesi gündeme gelirse destek veririz.” gibi bir ifade kullanmıştı. Kılıçdaroğlu bile desteklediğine göre değişmesi mümkün. Genel bir kanun çıkartırsınız tarihî şahsiyetlere hakaret, küfür vb. edilemeyeceğine dair, insanların değer atfettiği Pir Sultan Abdal için de geçerli olur, Emir Sultan için de, Fatih Sultan Mehmed veya Mustafa Kemal için de. Bu noktada eşitlik sağlanması lazım. Nasıl yaşayanlar arasında eşitlik varsa ölenler arasında da olmalı. Bu kanun eşitliğe de aykırı, hukuk mantığına da. Bir insan son nefesini vermesiyle hukuka konu olmaktan çıkar. Dolayısıyla ölen bir şahıs için kanun çıkartılmaz. Hâlâ hukuk sistemimizde böyle bir yasakçı kanunun olması utanç kaynağı. Bu kanun olmasa bir çok gerçek dile getirilebilecekken insanlar susmak zorunda kaldılar. Sonuç olarak 5816 demokrasi ve özgürlükler önünde çok büyük bir engel. Mutlaka kaldırılmalı.

Eldeki belgelerle tamamen gerçek ve objektif bir yakın tarih yazılabilir mi yoksa belgelerin çoğu imha edildi mi?

Ben bir kısmının ayıklanıp yok edildiği kanaatindeyim. İmhanın bir kısmı 1908-1909’da oldu, ikinci aşaması ise 1922 sonrasında. Mesela Başbakanlık Arşivinde Sultan Vahdeddin ile alakalı bu kadar az belgenin olması çok şaşırtıcı. Ciddi bir ayıklama olduğu kesin. Bunu bilmek için âlim olmaya gerek yok. Ayrıca mesela Kemalist mantık Türkiye’de tam bir sansür aleti gibi işlediği için bir taraftan aleyhteki yayınları bolca yayınlarken, öte yandan bizzat Mustafa Kemal’in mektuplarına, hatıralarına vs. sansür uygulamıştır. Bunu Afet İnan Karslbad Defterleri’nin başında anlatır. “Bu defterlerin ancak bir kısmını yayınlayabiliyorum” der. Peki, niye diğer kısımları yayınlayamıyorsun? Peki, Karslbad Defterleri’nin yayımlanmayan kısımlarının orijinali, el yazısıyla yazılmış kısımları nerede? Türk Tarih Kurumu bunu açıklasın. Cumhurbaşkanlığı Arşivinde ise izin versinler basalım. Niye sansürleniyor? Efendim orada bir takım özel durumları  varmış. Aradan 100 yıl geçmiş, bunları herkesin bilmeye hakkı var. 
Öte taraftan çok daha özel konuları rahatça yazıyorsunuz da böyle bir konuda makasa davranıyorsunuz hemen. Mesela Mustafa Kemal’in Çanakkale’de savaşırken Madam Corinne’e yazdığı mektuplar var. Bunları şimdi bir araştırmacı Fransızca orijinalinden yeniden tercüme ediyor dergimiz için ve diyor ki: “Bir savaş meydanından böyle bir mektup yazılamaz.” Bir taraftan Mehmetçik din-iman uğruna canını veriyor, ‘O’ Madam Corinne’e komplimanlar yapıyor ve bunların bir kısmı da yayınlanırken sansürleniyor. Şimdi biz sansürsüz yayınlayacağız. Göreceksiniz yabancı kökenli bir kadına “içerden” bilgiler nasıl anlatılabiliyor bu rahatlıkta? 
Bir kere Cumhurbaşkanlığı Arşivindekiler de dahil olmak üzere belgelerin orijinalleri yayınlanmalı, sonra Latin harfleriyle isteyen çevirir. 
İsmail Beşikçi’nin fark ettiği bir şey var mesela. Amasya Protokolü TTK tarafından neşrediliyor ve bir yere geliniyor ve “Burada 3 sayfa kopuktur” denilip atlanıyor. Yahu sen bir araştırmacısın, bu 3 sayfa niye kopuk? Bana onu anlat. Laf tam Kürtlere gelirken defterin kopmuş olması şüpheyi davet ediyor. Belki kopuk da değil ama adam yayınlamak istemediği için kopuktur diyor. Sonra başka nüshalar ortaya çıktı, Kürtlerin kendilerini geliştirmeleri için onlara vaatlerde bulunulmuş gizli protokollerde. Anlaşıldı ki mesele Kürtlermiş. Belgelerin hâli böyle olursa neyi tartışabilirsiniz ki? 
En başta Nutuk’un yazarı sansürlüyor belgeleri. Mesela Erzurum Kongresi’nin açış konuşması, Nutuk’un belgeler kısmında. Gazi’nin belgeleri tahrif edeceğini düşünür mü okuyucu? TTK Erzurum Kongresi tutanaklarını basamadı. 1992’de rahmetli Fahrettin Kırzıoğlu hazırlamış, fotoğraflarını koymuş, zabıtlarını birebir tercüme etmiş, getirmiş. “Basın” demiş. Biz bunu basamayız diye red cevabı vermişler. O da götürüp kendi cebinden bastırmış. Oradan anladık ki, Erzurum Kongresi’nin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdeddin’e teşekkür ediyor, “Zat-ı akdes-i hazret-i padişahî ile aramızdaki sırların açıklanması şimdilik uygun olmayıp ilerde uygun bir şekilde bunları açıklayacağız” diyormuş. Ama Nutuk’a alırken bu kısımlar çıkarılıyor, orijinalinin fotoğrafında üzeri kalemle çizilmiş çıkartılacak kısımların. Bu neyi gösteriyor? Seçmece tarihi. Burayı kapat, burayı gör, şurayı görme… Böyle bir tarih olmaz. Onun için bir kere birilerini koruma, kollama ya da batırma anlayışından vazgeçerek bakmak lazım tarihe.

Ekrem Özden
[email protected]
EkremOzden86

Fotoğraflar: Erhan Akkaya / Yeni Asya

YARIN: Halktan kopuş 1923'te başladı

Okunma Sayısı: 6473
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı