Eğitimci Atilla Yılmaz, hayatının dönüm noktasını anlatırken, “Önceden felsefe öğretmeniyle Marks’ı tartışırken; şimdi o felsefeyi anlatacaksan önce Said Nursî’yi okuyacaksın!’ diyordum.” dedi.
Herkesin Risale-i Nur ile tanıştığı dönem, belki de hayatında hiç unutulmayacak bir dönemdir. Biz de böylesi hatıralardan birini paylaşmak üzere Atilla Yılmaz ile gençlik yıllarını konuştuk.
Nur dairesinin içinde bilhassa 1970 ve 80 kuşağı sıkça zikredilir. Çoğu defa bu dönemde herkesin kendi dâvâsını savunmak için canhıraş kitaplar okuduğunu duymuşuzdur. Bu doğrultuda sizin kitaplarla tanışmanız nasıl olmuştur?
İlk olarak yüksek tahsil yapan bir akrabamızın vasıtasıyla Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Talip Apaydın vs. gibi sol görüşlü yazarların eserlerini okumaya başladım. Ortaokulu bitirmeden sol muhtevalı okumadığım roman türü eserler kalmamıştı. Lise yıllarımda Fakir Baykurt yerini Lenin’e, Stalin’e, Karl Marks’a bırakıyordu. ‘Yılanların Öcü’ yerini Che Guvera'lara ve Materyalizmin temel ilkelerine bırakıyordu. Antakya Lisesi’nde ikinci sınıfta okurken Devrimciliğin boş vermişlik havasıyla sınıfta kaldım. Okumayacaktım. Kendimi ezilmiş halkımın kurtuluşu için proletaryanın iktidarına adayacaktım. Her ne kadar da bu mücadelenin içerisinde olsam da ortaokuldan itibaren sürekli din dersi hocalarını sorularımla rahatsız ediyordum ve sorularıma tatmin edici bir cevap da alamıyordum. Risale-i Nur eğitimi almamış hiçbir imam ve hiçbir ilahiyat mezunu tatmin etmedi.
Bu yaşantının içinden gelen birisi olarak bu sorularınıza bu asırda Kur’ân-ı Kerîm ışığında Risale-i Nur’dan başka tatminkâr cevap veren bir eserin olmadığını ifade ettiniz. Peki, sizi bu dönüm noktasına götüren hadise nasıl gelişti?
Ben okumamaya karar vermişken; Trabzon’da okuyan ağabeyim Hasan Yılmaz, beni Trabzon’a götürmek istedi ve orada liseye devam etmemi söyledi. Abim Risale-i Nurlar'ı okuyan, namazında niyazında birisiydi. Ben saz çalıp türkü söylüyordum. Mahsunî’yi olduğu gibi okurdum kimse ayırt edemezdi. O da bana kaldığı yerdeki arkadaşları arasında sol görüşlü, saz çalan kişiler olduğunu, kimsenin namaz kılmak zorunda olmadığını söylüyordu. Deneyelim o zaman. Ne kaybederdim ki. Farklı bir yer, hem devrim her yerde yapılırdı. Ama bu şartlı bir gidişti. Sazıma, sözüme sigarama, hayatıma kimse müdahale etmeyecekti.
1974-75 senesinin eğitim–öğretim yılı başında Trabzon’dayım. Elimde bir tahta bavul. Cumhuriyet mahallesinde Zümrüt Apartmanının 1 numaralı dairesinin ziline dokunuyorum. Kapıyı açan, saçları gür, arkaya yatık olan delikanlıya ağabeyimi soruyorum. O beni hemen içeriye buyur ediyor. Önce bir şok yaşıyorum, burası camiye benziyor adeta. Bana gösterilen odaya geçip oturuyorum. Sigaralarımı, çakmağımı küçük çekmeceli masaya yerleştirdim. Odanın kapısı açık. Arada bir zil çalıyor, kapı açılıyor. Yanıma uğrayan her genç, kısa bir hoş beşten sonra kayboluyor. Bir müddet sonra ilk girişte gördüğüm salondan birisi yüksek sesle ezan okumaya başladı. Uzun uzun namaz kıldıklarını düşünüyorum. Sesli ve uzun alışık olmadığım namaz tesbihatı yaptıklarını anlıyorum. Ben içerde oturmaya devam ediyorum. Ama bu işe canım sıkılmıştı. Akşam KTÜ’de okuyan abim geldi. Ona durumdan memnun olmadığımı söyledim. O da bana: “Önemli değil, seni kimse zorlamaz.” dedi. Ama herkes namaz kılarken benim iştirak etmemem de hoş değildi. Bu sebeple sanıyorum üç vakit sonra istemeyerek usûlen de olsa bende onların namazlarına iştirak ettim. Bu arada akşam Nurcularla usûlen de olsa beraber oluyor; sabahtan Trabzon Lisesi’nde Devrimci yoldaşlarla birlikteliğimiz devam ediyordu.
Çocukluğunuzda cevaplarını bulamadığınız bu sorular sizi başka mecralara savururken anlaşılan o ki, Risale-i Nur eczaları, en zor soru dediğiniz suale karşı dahi parlak bir surette ispat etmiş. Asrın fehmine göre yapılan bu izahlar da sizin dönüm noktanız olmuş. Bütün bunların hayatınıza etkisi nasıl oldu?
Bu kez Trabzon Lisesi’nde farklı bir kulvarda, farklı bir mücadele başladı. Artık Devrimci öğrencileri dershaneye getiriyor, onlara çay ikram ediyor ve ders yapıyordum veya ileri sınıflarda olanlara yaptırıyordum. Bu mücahede sanırım bir kaç ay devam etti. Sonunda yine dershaneye getirdiğim Devrimci bir militanla Trabzon Lisesi’ne giderken yaptığımız tartışma yumruklaşmaya dönüşünce- daha doğrusu yumruğu atan bendim- ipler orada koptu ve devrimciler benimle konuşmayı yoldaşlara yasak ettiler. Artık hiçbir yoldaş benimle konuşmuyordu. Ama bu arada epeyce bir devrimci sol görüşlü öğrenciyle, dershanenin salonunda sohbet ve ders ortamımız olmuştu. Önceden Felsefe öğretmeniyle Marks’ı tartışırken; şimdi ona Said Nursî’nin Devlet felsefesini götürüyor.“Hoca, felsefeyi anlatacaksan önce Said Nursî’yi okuyacaksın!” diyordum.
Nur Talebesi olduğumu öğrenen ve dershane de kaldığımı fark eden Din dersi öğretmeni, dersi bana bırakıp: “Sen bunlara ders yap.” deyip çıkıp gidiyordu. Elhamdülillah çok güzel bir ekip vardı. Onlarca öğrenciyle dersler olurdu. Sonraki yıllarda lise bitti. Bu kez de yine Trabzon’da eğitimde okumak kısmet oldu. Saff-ı evvel Nur Talebesi ağabeylerle tanışmak, sohbetlerinde bulunmak, derslerini dinlemek nasip oldu hamdolsun.
Bu atmosferdeyken hisleriniz nelerdi? Örneğin Risale-i Nur eserleri ve Nurculuk için ne düşünüyordunuz?
Risale-i Nurlar sadece insanın kendine, nefsine ve şahsına hitap eden eserler değil; bu eserlerin aynı zamanda topluma, sosyal hayata bakan yönleri de var. Bundan dolayı insanı ve toplumu kurtaracak olan bu eserlerin ve içerisindeki hakikatlerin çağın insanı hedefleyen ne kadar iletişim ve insana ulaşım aracı varsa hepsi de kullanılarak bu eserler kitlelere ulaştırılmalıdır diye düşünürdüm. Çok dikkatimi çeken bir hususta Bediüzzaman Said Nursi’nin mahrumiyetler içerisinde ve tarihi seyir olarak kısa sayılacak bir süreçte Anadolu ile birlikte, bütün uzak memleketlere de nasıl yayıldığına hayret ederdim. Bu bana Nurculuk hareketinin ulviyetini ve Said Nursi’nin yüceliğini gösteriyor ve kendine daha da sıkı bağlanmama vesile oluyordu.
Son olarak Risale-i Nur dairesi içinde bulunan gençlere neler söylemek istersiniz?
Risale-i Nurlara muhatap olurken kesinlikle cahil olacaksın. Yani ben de biliyorum demeyeceksin. Üstadın şurada bahsettiği konu hakkında benim şahsi düşüncelerimde şöyledir demeyeceksin. Ben bir şey bilmem Risale-i Nurlar bilir. Ben bilmem Üstadım Bediüzzaman Said Nursi bilir diyeceksin. Çünkü Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Bana Risale-i Nurlar kâfidir, ben Risale-i Nurlara kanat ediyorum. Sizde kanaat edin.” En önemlisi de şahs-ı maneviye, meşverete tabi olmalıyız. Rabbim sadakatten, ihlastan ve üstada kanaatten bizi ayırmasın.
Röportaj: Mustafa Usta
[email protected]