Risale-i Nur Enstitüsü Genel Sekreteri Ahmet Dursun, enstitünün faaliyetlerini Yeni Asya’ya anlattı
Bu yılki kongrenin konusu “Risale-i Nur’a Göre Hukukun Üstünlüğü ve Adalet Ekseninde Din-Devlet ve Cemaat İlişkileri.” Bu başlık altında beş masa çalışması yapılacak. Masa çalışmaları iki gün sürecek.
Röportaj: Reyhan Keser
Risale-i Nur Enstitüsü’nün bu yıl Bediüzzaman Haftası kapsamında gerçekleştirmeyi planladığı Risale-i Nur Kongresi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Risale-i Nur Enstitüsü olarak her yıl yapmakta olduğumuz Risale-i Nur Kongresi’nin on ikincisini 25-26 Mart tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştireceğiz inşaallah. Bu yılki kongrenin konusu “Risale-i Nur’a Göre Hukukun Üstünlüğü ve Adalet Ekseninde Din-Devlet ve Cemaat İlişkileri.” Bu başlık altında beş masa çalışması yapılacak. Masa çalışmaları iki gün sürecek.
Masa çalışmalarının ikinci gününde, 26 Mart Pazar günü, öğleden sonra yapılacak oturumda hem masa çalışmalarının sonuç bildirileri ilân edilecek, hem de kapanış oturumu olarak Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir panel gerçekleştirilecek.
Risale-i Nur Kongresi’nin konusu aynı zamanda Bediüzzaman Haftası’nın da konusudur. Çok farklı salonlarda, farklı illerde Bediüzzaman Haftası kapsamında programlar düzenleniyor.
Bunları gazetemizde ilân edeceğiz. Yapılacak olan programların şimdiden hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Panelden biraz bahseder misiniz? Katılımcılar kimler?
Risale-i Nur Kongreleri’nin artık gelenekselleşen panellerinden birine daha inşallah hep birlikte şahit olacağız. Kongre konusu çerçevesinde panelistlerimiz “Hukukun Üstünlüğü ve Adalet” ana başlığını tartışacaklar. 26 Mart Pazar günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak olan panelimizin çok değerli misafirleri olacak.
Kimler var meselâ?
Çok değerli isimleri dâvet ettik. Hepsine şimdiden Enstitümüz adına teşekkür ediyorum.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecine ve fikir dünyasına eserleri, köşe yazıları ve yaptığı televizyon programları ile büyük katkı sunan usta gazeteci ve yazar Taha Akyol; demokrasi ve özgürlükler konusundaki duyarlılığı ile tanıdığımız anayasa hukuku hocası Prof. Dr. Mustafa Erdoğan; yalnızca ülkemizde değil, hukuk alanında dünyaca tanınan, bu alanın duayenlerinden olan Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ve gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz panelistlerimiz olacak. Paneli değerli hukukçumuz Kadir Akbaş yönetecek.
Kongrenin muhtevasından bahseder misiniz biraz? Kongre ile neyi hedefliyorsunuz? Hem kongre hem de panel için neden böyle bir konu seçtiniz?
Ülkemiz son aylarda kritik bir sürece girdi. Bu süreç İslâm âleminin geleceğini de yakından ilgilendiriyor. Biz de bu sürecin en çok tartışılan konusunu gündeme getirmeyi amaçladık.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde din-devlet ve toplum ilişkileri hep tartışılmıştır; ancak son gelişmeler dolayısıyla mesele ‘cemaatler’ ekseninde farklı bir boyuta taşındı. Daha önceki yıllarda laiklik ve kamusal alan etrafında tartışılan konu cemaatlerin siyaset ve devletle ilişkisi bağlamında ciddî bir problem olarak tartışılmaya başlandı. Cemaatlerin devlet ve siyaset arenasındaki varlığı ve konumuyla devletin cemaatler karşısındaki tavrı bugün çözülmesi gereken bir problem olarak karşımızda duruyor.
Son aylarda cemaatle ilişkilendirilen olaylardan dolayı devletin elindeki güce dayanarak fertlerin hak ve hürriyetlerini ortadan kaldırmak veya sınırlamak gibi bir tavrın içerisine girmesi sorgulanması gereken bir durumdur. Hukuk karşısında fert ile devlet eşit olmalıdır.
Bu prensibi ortadan kaldıran, olağanüstü şartlarda hukukun askıya alınabilirliğini savunan, adalet olgusunu zedeleyen olaylar yaşanmaya başlandı. Hukukun üstünlüğü demokratik toplumların vazgeçilmez bir unsuru olarak evrensel bir değerdir ve aynı zamanda Kur’ânî bir emirdir de. Hangi şartlarda olursa olsun temel hak ve hürriyetlerin hukukun güvencesi altında olmasını sağlayan hukukun üstünlüğü prensibinin nasıl hayata geçirileceği sorusuna cevap bulmak öncelikli amacımız.
Bununla birlikte cemaatlerin devletle, iktidarla, güçle imtihanına şahit olduk bu süreçte.
Burada tartışmanın öznesi konumundaki cemaatlerin siyaset ve devlet karşısındaki yerinin de belirlenmesi gerekiyor. Problemin çıkış noktalarından birisi burası çünkü. Cemaatler İslâm düşünce geleneğinin, maneviyat sahasındaki ayağıdır ve ahlâk, fazilet, muhabbet, tesanüd timsali olmalıdırlar. Sivil olmak bu yapıların en önemli özelliğidir; ama ne yazık ki bu yapılar son dönemde iktidar, güç, makam gibi maddî alanlara işaret eden tartışmalarla gündeme geldiler. Daha da kötüsü devleti yönetmek, iktidara talip olmak, paralel devlet olmak gibi tartışmaların da odağında kaldılar. Bu cemaat olgusunun içini boşaltan ciddî bir meseledir.
Cemaatlerin aslî vazifelerinin ne olduğu veya aslî vazifelerine nasıl döndürüleceği, siyasetle ilişkisinin nasıl olacağı önemli bir sorudur.
Bununla birlikte devlet dediğimiz mekanizmanın cemaatler gibi dinî-sivil yapılarla ilişkisinin nasıl olması gerektiği sorusu da önemlidir.
Bu kongrede bu ve benzeri soruların cevabını Bediüzzaman Said Nursî’nin yaklaşımları çerçevesinde bulacağımızı ümit ediyoruz.
Bediüzzaman Said Nursî, cemaat olgusunu tarihî ve sosyolojik bir gerçeklik olarak ele alır ve ehl-i dalâletin şahs-ı manevî oluşturarak ehl-i imana her alanda musallat olduğunu ifade eder.
“Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil” diyerek ehl-i Hakk’ın ittifak, ittihad, vifak ve tesanüde dayanan şahs-ı maneviler kurması gerektiğini belirtir. Devleti de adalet, meşveret ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle değerlendirerek topluma adalet ve hürriyet çerçevesinde yaklaşmasını ister. Bediüzzaman’ın darbe vb. yıkıcı olaylar karşısındaki tavsiyesi her zaman adalettir. “Toplumun selâmeti için ferdin hayatı veya hakkı feda edilemez.” şeklindeki adalet-i mahza teorisi bu açıdan son derece önemlidir. Bediüzzaman bu Kur’ânî emri sürekli vurgulayarak “hukuk devleti” arayışlarına yol gösterir.
Biz bu kongre ile kavramsal tartışmalardan ziyade yeni yeni krizlerle karşı karşıya olan ülkemize ve İslâm âlemine Bediüzzaman’ın fikirleri ışığında yol göstermek istiyoruz. Son asır İslâm dünyasının ne yazık ki her alanda gerilediği bir asır oldu. Ahlâka, iyiye ve güzele dair değerlerimizi kaybederek iktidar, güç ve sefahet gibi hastalıkların pençesine düştük.
Değerlerimizi tükettik; ne yazık ki cemaatler de bundan nasibini aldı. Savrulmalar cemaatlere ait kavramların da içinin boşalmasına yol açtı. Hoşgörü, muhabbet, dayanışma, îsar gibi güzellikleri yitirerek faydacı hale geldik. İhlâsımızı kaybettik. Bunda siyaset ve iktidarla ilişkilerin doğru zeminlere oturtulamaması etkili oldu ve cemaat kavramı bütün değerleriyle birlikte yozlaştırıldı. Çünkü bu kavramlar gücü temsil eden, maddî alanları kapsayan kavramlardır. Manevî hedefleri olan cemaatlerin uzak durması gereken kavramlardır. Bu kongre ile, cemaatlerin yitirdiği değerlerini tekrar bulmak için bir kapı aralamak, imansızlık cereyanlarının ebedî hayatları tehdit ettiği bu zamanlarda cemaatlerin aslî vazifelerine dönüşünün imkânlarını aramak, iktidarın da adalet ve hürriyet ekseninde bu sivil oluşumları nasıl değerlendirmesi gerektiği hakkında ipuçları sunmak gibi bir dizi amacımız var.
Masa çalışmalarından bahsettiniz, bilgi verir misiniz?
Masa çalışmaları yaklaşık altmış akademisyenin katılımıyla iki gün sürecek. “Said Nursî’ye göre hukukun üstünlüğü ve adalet ekseninde din devlet ve cemaat ilişkileri” konusu etrafında ülkemizin saygın üniversitelerinden katılan akademisyen ve yazarların katılacağı beş masa çalışması yapılacak.
Birinci masada “Hukukun üstünlüğü ve adalet; ikinci masada “Din- devlet ve cemaat ilişkileri”; üçüncü masada “İslâmî hizmet metodları ve Diyanet”; dördüncü masada, “sosyal kültürel yapılar ve hürriyet”; beşinci masada da “İslâm düşünce geleneği ve Risale-i Nur” konuşulacak. Katılımcılar kendilerine ait masada bildirilerini sunacaklar ve bildirilerini müzakereye açacaklar. Kongre sonunda her masa kendine ait bir sonuç deklarasyonu hazırlayacak. Bu deklarasyonlar Pazar günkü panelde kamuoyu ile paylaşılacak.