Mesnevi-i Nuriye - page 435

“Üveysî” lakabıyla anılmaya başlanır. Mezarlığı dolaşırken yakın zamanda vefat eden Şeyhi Semmasi
ve diğer büyük zatları mana âleminde müşahede eder. Bu sırada Gücdüvani Hazretlerinin kendisine,
“Dinin emir ve yasaklarına uy, ruhsatlara ilgi gösterme, azimetlere sadık kal, Peygamber (
ASM
) ve
Ashabının yolundan git!” şeklindeki tavsiye ve ikazları, manevî âleminde büyük bir etki yapar. Bu
ikazlardan sonra hayatında ruhsatları değil de azimetleri (fetva yerine takvayı ) esas alıp, cehrî zikirden
hafî zikre yönelir.
Mutat olarak devam ettirilen ve gizli zikirle sesli zikri bir arada icra eden müritlerin aksine
Bahaeddin’in tamamen gizli zikirleri icra etmesi dikkat çeker, yanlış yaptığı düşüncesiyle şeyhe şikâyet
edilir. Bunun üzerine Seyyid Külal; ona dokunmamalarını, memur olduğu şeyi yaptığını söyleyerek ikaz
eder. Bilâhare artık Bahaeddin’e verebileceği bir şeyinin kalmadığını, gitmekte serbest olduğunu söyler.
Bahaeddin eğitimini tamamladıktan sonra köyüne döndü. Burada talebe yetiştirmeye başladı. İki
kez hacca gitti. 3 Rebiülevvel 791’de (2 Mart 1389) 73 yaşında iken, doğduğu köyde Hakkın rahmetine
kavuştu.
Buhara ile Şah-ı Nakşibend arasında büyük bir bağ oluşmuş, Buharalılar onu “belâyı defeden hace”
(hace-i belâ-gerdan) olarak anıp şehirlerinin manevî koruyucusu olarak saymışlardır. Onun manevî
varlığının etkisiyle Buhara, bütün Orta Asya Müslümanları nezdinde ilim ve maneviyat merkezi
addedilmeye başlanmıştır.
Baba tarafından nesebi İmam-ı Cafer-i Sıddık Hazretlerine dayanan Şah-ı Nakşibend; kerametlerin
fazla bir değer taşımadığını, bir tarikata bağlanmanın yeterli olmadığını ifade ederek, tekkelerde fazla
oturmamasıyla geleneksel sûfîlikten farklı hareket etmiştir. Bahaeddin, ilim adamlarına değer verdiği
gibi onlar da kendisine hürmet etmişlerdir. O, “Bilmiyorsanız zikir ehline sorunuz.” (Enbiya Suresi, 7.)
ayet-i kerimesini, ilim adamlarına danışmayı emrettiği şeklinde tefsir etmiştir. (TDV İslâm Ansiklopedisi,
c. IV, s. 458-459.)
Şah-ı Nakşibend ile büyük kuvvet bulan tarikatı, Orta Asya, Horasan ve çevresinin Sünnileşmesinde
çok etkili olmuştur. Kerametlerin açıklanmasına karşı olup, özellikle bu konuda talebelerini ikaz etmiştir.
Bu sebepledir ki, Nakşî tarikatında “kerameti gizlemek, göstermekten daha büyük keramettir” düsturu
esas alınmıştır. Kendisinde kerametin görülmemesinin sebebini soran birine, Şah-ı Nakşibend,
“Sırtımızda bunca günah kamburu varken, halâ ayakta kalmamızdan daha büyük keramet olur mu?”
şeklinde karşılık vermiştir. Tarikatın önemli bir özelliğini teşkil eden gizli zikir ile kalbin fethi, benlik ve
enaniyet mikrobunun öldürülmesi, kötülüğü emreden nefsin öldürülmesi amaçlanmıştır. (Mesnevî-i
Nuriye, s. 89.)
ŞAH-I GeyLÂnî:
bk. Abdülkâdir-i Geylânî.
ŞAZeLî (1196-1258):
On üçüncü asırda yaşamış büyük İslâm alimlerindendir. Önce fen bilimlerine
merak salmış ve bu alanda önemli bir birikime sahip olmuş, daha sonra tasavvufa yönelmiştir. Kuzey
Afrika’da yaşamıştır, müntesipleri çok geniş bir alana yayılmıştır. Şazili tarikatının kurucusu olarak kabul
edilmektedir. Soyu, Peygamber Efendimizin (
ASM
) torunu Hazreti Hasan’a (
RA
) dayandırılmaktadır. Asıl
adı Ali’dir. Kendisine Nureddin lakabı da verilmiştir. Künyesi Ebü’l-Hasan Ali bin Abdullah bin
Abdülcebbar Şazilî şeklindedir. Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde ismi, imamlar ve aktablar arasında
zikredilmekte, insanlık âlemini nurlandıran mümtaz şahsiyetlerden biri olarak telâkki edilmektedir. Ali,
1196 yılında Tunus’un Şazile kasabasında doğdu. Doğduğu şehre nisbeten Şazilî ünvanıyla meşhur oldu.
Eğitimine küçük yaştan itibaren memleketinde başladı. Fen ilimlerine ilgi duyarak bu alanda eğitim
gördü. Özellikle kimya ile ilgili bilgiler üzerinde yoğunlaştı ve bu alanda önemli bir birikime sahip oldu.
Mesnevî-i nuriye | 435 |
ş
ahıs
B
ilgileri
1...,425,426,427,428,429,430,431,432,433,434 436,437,438,439,440,441,442,443,444,445,...528
Powered by FlippingBook