• arzdan ecram-ı ulviye ve süfliyeye kadar bütün bun-
lar, had ve hesaba gelmez kat’î şahadetleri ve yakîne da-
yanan tasdikleriyle, tekvinî ve kur’ânî ayetlerin şahadet-
lerini ve Vacibü’l-Vücud’un bizzat şahadeti demek olan
suhuf ve kütüb-i semaviyenin şahadetlerini kabul ile itti-
fak etmişlerdir ki, bu mevcudat onun kudretinin âsârı ve
kaderinin mektubatı, esmasının aynaları ve envarının te-
messülâtıdır.
onun celâli her şeyden yücedir ve ondan başka ilâh
yoktur.
v v v
Lem’aLar | 777 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
edilmeyecek derecede kesin olan
ilim, bilgi.
arz:
yer, dünya.
âsâr:
eserler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
celâl:
büyüklük, azamet, ulu-
luk.
ecram-ı ulviye:
yüksekteki
kütleler, yıldızlar ve gezegen-
ler.
envar:
nurlar, ışıklar.
esma:
isimler.
had:
sınır.
ilâh:
tanrı, ma’bud.
ittifak:
fikir birliği etme,
uyuşma, bağdaşma.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî
ilmi ile, kâinatta olmuş ve ola-
cak bütün şeylerin varlık ve
yokluğunu, geçmiş ve gelece-
ğini bilmesi, takdir ve tayin et-
mesi.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kudret:
güç, kuvvet.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun,
Kur’ân’a ait.
kütüb-i semaviye:
semavî ki-
taplar.
mektubat:
mektuplar.
mevcudat:
var olan her şey.
suhuf:
sahifeler, yapraklar.
süfliye:
aşağıda olan, sıradan.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tasdik:
doğrulama, gerçekli-
ğini kabul etme.
tekvinî:
var etme, yaratılış ile
ilgili.
temessülât:
temessüller, bir
şekil ve surete girme, ben-
zeşme, özümseme.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı başka-
sının varlığına bağlı değil, ken-
dinden olup ezelî ve ebedî
olan Allah.
yakîn:
hiç bir şekilde şüphe